Yozlaşma dendiğinde akla ilk önce ahlâkî bir bozulma gelir. Oysa Nietzsche’nin decadence dediği şey, bundan çok daha derin bir sarsıntıyı vazeder. Ona göre çöküş, yalnızca değerlerin yitimi değil, yaşamın kendisini isteme gücünün zayıflamasıdır. Bir varlık artık kendisi için zararlı olanı seçmeye başlıyorsa, içgüdülerinin yönünü kaybetmişse, Nietzsche buna “yozlaşma” der. Yani decadence, insanın yaşamı onaylama yetisini yitirdiği, varoluşun kendisine artık “evet” diyemediği andır.
Nietzsche, bu çöküşü olağanüstü bir felaket olarak değil, yaşamın kaçınılmaz bir evresi olarak görür. Yozlaşma, onun gözünde trajik ama öğretici bir süreçtir. Çünkü yaşam, tıpkı doğa gibi, kendi zayıflığını da deneyimleyerek güçlenir. Ne var ki, Nietzsche’ye göre asıl tehlike, bu çöküşü “tedavi etmeye” çalışanlardadır. Zira decadence’ın nedenlerini aramak, onun doğasını yanlış anlamaktır. Yozlaşmanın köklerini kazımaya çalışan her ahlâk sistemi, aslında çöküşü hızlandırır. Bu yüzden Nietzsche, yozlaşmaya karşı yürütülen mücadelelerin çoğunu boşuna bulur; yapılması gereken, bu çöküşün bulaşmadığı alanları korumaktır.
Decadence’ın dört yüzü vardır Nietzsche’ye göre. Birincisi, çöküşü durdurduğunu sananların, aslında onu hızlandırmalarıdır. İkincisi, istencin parçalanmasıyla ortaya çıkan abartılı merhamet duygusudur; bu “zayıflığın ahlâkı”dır. Üçüncü belirti, neden ile sonucu karıştırmaktır — yozlaşmanın sonuçlarını neden sanmak. Dördüncü ise, acıdan kurtulma isteğidir; bu istek bilinçsizlik arzusuna dönüşür. Ve sonunda insan, düşünmemeyi, hissetmemeyi bir değer haline getirir. Nietzsche bu kişiye tek bir öğüt verir: “Hiçbir şey yapma.” Çünkü her eylemi kendi çöküşünü yeniden üretir.