Melih Can Şenol

Melih Can Şenol

Süt dişleri çoktan dökülmüşler için

“Onu öldürdük — ben ve sizler! Hepimiz onun katiliyiz.” Şen Bilim, Friedrich Wilhelm Nietzsche.

Hepimiz suç ortağıyız. Kimse kendini aklamaya çalışmasın. Kulağıma değen çığlığı yalnızca ben duyuyor olamam. İyi ama ne bir tören ne de bir yakarış, hiçbiri olmadı. Ağıtlar yakılmadı, dizler dövülmedi. Öldüğüne sevinilen bir baba mı yoksa? Bazı ölümler pek âlâ memnun edebilir insanı. Bu da onlardan biri mi? Nihayetinde bir şey aranmıyorsa kayıp değildir. Fakat biz arıyoruz da… Peki bu vaktinden önce atılmış çığlık neyi haber veriyor bize? Her şartta ürpertici bir şey bu. Grameri bozuyor, allak bullak ediyor zihinleri. İçindeki ağaçları eze eze yürüyor orman. Gece yastığıma tükürüyor, bulandırmak için uykumu. O halde dönülecek tek mabede -alaycı ve ciddi, umursamaz ve tapınan- kendimize dönelim.

Şimdi ağıtlar gerek bize, diz dövmeler, baş vurmalar

Yazının Devamı

Tanıdık bir kavram: Güç istenci

Güç istenci kavramı, Nietzsche felsefesinin en önemli ve aynı zamanda en karmaşık kavramlarından birisi olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü Nietzsche, güç istenci kavramıyla yalnızca insan ilişkilerine, edimlerine değil tüm canlılığa yönelik bir bakış sunuyor. Nietzsche, dünyanın güç istencinden başka bir şey olmadığını ve ilişkilerin de yalnızca birer güç mücadelesi olduğunu söylüyor. Yani güç istenci kavramı dünyaya ilişkin yapılan oldukça cesur bir yorum. Çünkü Nietzsche bu kavramla; dünyada sadece ama sadece güç istenci olduğunu ve bundan başka da hiçbir şey olmadığını söyler.

Nietzsche’ye göre dünya, güçler arasındaki mücadeleden ibarettir. İster parça olarak güç isterse bir araya gelen güç odakları olsun, bunlar arasındaki kesintisiz mücadeledir. Çünkü her şey sürekli olarak gücünü artırma çabası içerisindedir. Buradaki önemli nokta, güç artışının ancak diğer güçler pahasına sağlanabilir oluşudur. “Başka bir deyişle, bir güç artışı, diğer güç odaklarının özümsenmesi, ele geçirilmesi ve egemenlik altına alınması yoluyla gerçekleşir. Dolayısıyla, dünyada sürüp giden bir güç mücadelesi vardır.” (Soner Soysal, Güç İstenci ve Yorum) Nietzsche’ye göre kesintisiz bir şekilde süregiden bu mücadelenin sonucunda, dünyada tıpkı güç mücadelesinde olduğu kesintisiz bir akış ve değişim halindedir. Güç odakları, birbirleriyle olan mücadeleleri sırasında değişmekte ve bu değişime bağlı olarak dünya da değişmektedir. Bu nedenle Nietzsche, dünyayı varlık değil oluş dünyası olarak tanımlar. Fakat güç için mücadele etmek, güce yönelmek ve istemek, güç odağının sahip olduğu bir şey değil, doğrudan doğruya, ona içkin olan bir niteliktir. Yani güç istenci, yaşamın tümünde aktif olan fakat sahip olunmayan bizzat “o” olanı ifade eder.

Nietzsche, güç istencini yaşamın temel ilkesi olarak görür. Organik – inorganik her şey bir güç istencidir. Nietzsche’ye göre bu güç istenci insan yaşamında kendisini şu şekilde gösterir: “Bize en aşina olan biçim olarak yaşam, aslında güç toplama istencidir; yaşamın tüm süreçleri buna bağlıdır: Hiçbir şey kendini korumak istemez, her şey eklenecek ve toplanacaktır. Yaşam, azami güç duygusu için çaba gösteren özel bir durumdur (buna dayanan hipotezler varlık karakterinin tamamı için geçerlidir); aslında daha fazla güç için çaba göstermektedir; çaba göstermek, güç için çaba göstermekten başka bir şey değildir; en temel ve en içsel şey hala bu istençtir.” Alexander Nehamas’a göre güç istencinin, yaşam içerisindeki konumu; “…kişinin kendi dünya görüşünü ve kendi değerlerini tam da başkalarının yaşadığı ve sarıldığı dünya ve değerler haline getirme becerisinde…” belirginleşir. Nehamas’ın dikkat çektiği bu beceri, insanın sahip olduğu tek yalın gerçek olan içgüdüleri sayesinde gerçekleşir. Burada bahsi geçen “içgüdü” özbilinçsizce ve açık bir biçimde farkında olunmayan davranışları işaret eder. İçgüdülerin Nietzsche düşüncesi için önemi, düşünme ediminin, güdüler arası ilişkiyle var olmasından kaynaklanır. Nietzsche için bu durum, güç istencinin, dolaysız bir şekilde yaşamın kendisi olduğuna yönelik ifadeyi mümkün kılar.

Yazının Devamı

Orta Çağ’da Türkiye: Bir kararın anatomisi

“Din-ü millet sorar isen, âşıklara din ne hacet

Âşık kişi harap olur, harap bilmez din diyanet” Yunus Emre

Geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’na ilişkin birtakım düzenlemeler öngören kanun teklifi kabul edildi. Buna göre ‘İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu kurul tarafından tespit edilen mealler’ Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından toplatılıp imha edilebilecek. Bu karar, öyle tarihin karanlık dönemlerinde, gizli kapılar ardında değil yaz ortasında, gündüzün alındı. Avrupa dendiği vakit, Orta Çağ karanlığından, engizisyon mahkemelerinden, yakılan kitaplardan söz eden geleneksel bilinç; kafasını tarihin kumlarına gömmeye devam ediyor.

Yazının Devamı

Erdoğan mı haklı? Yoksa sorun ekonomik mi?

“Türkiye'nin doğurganlık hızı tarihimizde ilk kez 1,48'e gerilemiş durumda. Bu, bir felaket. Bu rakam, kritik eşik olan 2,1'in çok altında bir seviyedir. İster iktidar ister muhalefet olsun hiç kimse buna kayıtsız kalamaz.” Recep Tayyip Erdoğan

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, doğurganlık hızındaki düşüşü felaket olarak tanımlaması, muhafazakâr, milliyetçi ve gelenekçi yaklaşımın doğal bir yansıması. Oysa çağdaş kaygılarla dünyaya baktığımızda kesinlikle Erdoğan kadar kesin konuşamayız. Çünkü biliyoruz ki tüm çevre sorunlarının temelinde aşırı nüfus yatıyor. Çok basit bir akıl yürütmeyle, sınırları olan bir yerin -mekân- sınırlı sayıda unsuru barındırabileceği sonucuna ulaşabiliriz. Nasıl ki Erdoğan, doğurganlık hızındaki düşüşü felaket olarak tanımlıyorsa ben de soruna asla gerçekçi bir perspektiften bakılmamasına felaket diyorum.

Maalesef Erdoğan’ın, doğurganlık hızına yönelik ifadelerine yönelik yapılan eleştiriler kısır bir ekonomi eleştirisinden öteye geçmiyor. Oysa -eğer bu bir sorunsa- sorunun ekonomik olmadığı açık seçik ortada duruyor. Doğurganlık hızındaki dramatik düşüşün sebebini ekonomiyle açıklamaya çalışmak, fazlasıyla kestirme bir yaklaşım. Türkiye’nin doğurganlık hızının çok daha yüksek oranlara sahip olduğunda ekonominin hiç de iyi olduğu söylenemez. Ayrıca günümüzde doğurganlık hızının en yüksek olduğu ülkeler fevkalade fakir olmasına karşın doğurganlık hızının en düşük olduğu ülkeler en zengin ülkeler olarak karşımıza çıkıyor.

Yazının Devamı

Her intikam ‘beni’ vurur

Düşünce tarihinde ‘muallim-i evvel’ yani ‘ilk öğretmen’ olarak anılan Aristoteles’in Metafizik adlı eseri “Bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler” cümlesiyle başlar. Yani her bilinç doğal olarak bilmek ister. Bu cümleye ‘bilinmek’ kelimesini de eklemek istiyorum. Her bilinç doğal olarak bilmek ve bilinmek ister. Çünkü insan için bilmek ne denli güçlü bir arzuysa bilinmek de bir o kadar, hatta belki de daha güçlü bir arzudur. Kutsal, merhametli babamız; “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim” diyerek, bilinme arzumuzun en muhteşem tarifini, aynı zamanda da dayanağını verdi bize. Bu muhteşem cümle güzel bir anlaşma aslında. Zihnimiz kurnaz… Ben seni tanıyacağım, sen de beni tanıyacaksın…

Her koşulda görülmek, duyulmak ve bilinmek arzusunun karşılandığı bir anlaşma. Fakat insanın babasıyla yaptığı anlaşma bir süredir miadını doldurmuş görünüyor.

Şimdi insan, paramparça olmuş levhanın parçalarını toplamaya çalışıyor; yeni bir anlaşma için. Çünkü gerçeğin ta kendisi olan doğa, insanı görmüyor. Acısını duymuyor, neşesi ilgilendirmiyor onu. Kendi çığlığı çınlıyor insanın kulaklarında.

Yazının Devamı

Tanıdık bir kavram: Decadence

Decadence kavramı Türkçede; ‘çöküş’, ‘yozlaşma’ ve ‘çürüme’ gibi terimlerle karşılanıyor. Günlük hayatta da sık sık kulağımıza değen; toplumun yozlaştığı, kişilerin toplumsal değerleri yitirdiğine yönelik söylemlerle, aslında hem toplumsal hem de bireysel olarak hayatın tam ortasında kendisini gösteren bir kavram. Decadece, düşünce tarihinin en sivri düşünürlerinden Nietzsche’nin de felsefesinin anahtar kavramlarından biri. Nietzsche’ye göre decadence kavramı, en temel anlamıyla yaşam değerinin yozlaşmasını ifade ediyor. Nietzsche bu kavramla kişinin istencinin zayıflamasını, yaşamı sürdürme ve isteme gücünün tükenişini vurgular. Nietzsche’nin ifadeleriyle decadence: “Bir canlıya, bir türe, bir bireye, içgüdülerini yitirmişse, kendisine zararlı olanı seçiyor, yeğliyorsa, yozlaşmış derim.” Böyle bir yozlaşma insanın doğal duygulanımlarının temelden sarsılışını ifade eder. Fakat Nietzsche’ye göre bu yozlaşma olağanüstü bir durum değil kabul edilmesi gereken trajik bir gerçektir. Hatta bir yanıyla yaşamın gelişimine katkı sağlamaktadır (Gİ, s.46).

Nietzsche’ye göre decadence; “Varsayılan nedenleri sonuçlandırır. Bu anlayış, ahlâk problemlerinin perspektifini tamamen değiştirir.” Bu ifadeler decadence kavramının temel niteliğini açıklar. Nietzsche’ye göre yaşamın yozlaşma nedeni olarak gösterilen bütün kötülükler, aslında yalnızca birer sonuçtur. Bu sonuçlara yönelik yürütülen hiçbir çaba yozlaşmayı engellemeye yetmeyecektir. Nietzsche'ye göre böylesi bir çaba gereksizdir. Ona göre yozlaşmaya karşı yürütülecek en makul eylem, henüz ulaşamadığı yerlere bulaşmasını engellemek olacaktır.

Nietzsche, decadence’ın dört belirleyici özelliğini verir. Nietzsche’ye göre, yozlaşmanın herhangi bir çözümü yoktur, bunu bulduğuna inanan kişi aslında çöküşü hızlandıran yolu seçmiştir. İkinci durum da kişi, istencinin parçalanmış oluşu ve olaylar karşısındaki aşırı duyarlığı neticesinde abartı derecesinde bir merhamet duygusu geliştirerek, zayıflığın ahlâkını meydana getirir. Üçüncü durumdaysa, kişi neden ile etkiyi birbirinden ayırt edemez. Ve bu sebeple çöküntünün sonuçlarını nedenler olarak algılar. Son olarak kişi, yaşamdaki acılardan kurtulabileceğine yönelik bir düşünce geliştirir ve bilinçsizliğin değer olduğu bir durumu ortaya çıkartır. Nietzsche’ye göre bu özellikler, decadence kişi özellikleridir. Buna göre decadence kişi kalkıştığı her eylemde başarısızlığa uğrayacaktır. Nietzsche bu kişiye hiçbir şey yapmamayı önerir (Gİ, s.49-50).

Yazının Devamı

Sloganları aşta gel

Sen çürümeye devam et, ben seni yok sayarım

Ben seni yok sayarım, sen çürümeye devam et

Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısı, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve PKK’nın kendini feshettiğine dair açıklama… Türk halkı, kendi kaderine doğrudan etki eden böylesine büyük olayları parçalara bölüp sindirme talihinden yoksun. Sanki durursa ölecek olan birisi gibi mütemadiyen koşu halinde. Durmak, anlamak, karar vermek büyük bir lüks. Başına gelene “Neden?” diye soramazsın. Yasak!

Yazının Devamı

Sorumsuzlar ülkesi

Ülkemizde, felaket senaryoları kimseyi korkutmuyor. Çünkü yaşıyoruz.

Yaşıyoruz yaşamasına fakat, ülkenin bir kesimi cennet ülke Türkiye’de yaşarken geri kalan büyük bir çoğunluk, sorumsuzlar ülkesi olan Türkiye’de yaşıyor.

Cennet ülke Türkiye’de ekonomik kriz yok. Depremler etkilemiyor onları. Bahçelerinde asayiş berkemal.

Yazının Devamı

Büyük yeşil bir kurbağa nasıl kokar?

Üzerinde sabahlığıyla, kahvesini yudumlayıp, gazetesini okuyor. Evi çocukların neşeli adımları doldurmuş, birazdan karısı seslenecek: Hadi kahvaltıya! —Eğer isterseniz kahvaltıyı birlikte hazırlamış olsunlar fark etmez— Yerinden kalkıp, temiz bir hava almak için balkona yöneliyor. Bahçe mevsime hazırlanıyor, güneş ışıkları saçılıp dağılıyor suyun üzerinde. Derken rüzgarın taşıdığı sayısız kokunun içinden bir tanesi değiyor burnuna. Dikkatlice kokluyor kokluyor… Bu koku ürpertiyor onu. Hızla içeri girip kapıyı, pencereyi kapatıyor. Kahramanımız diri aklı ve keskin zekâsıyla hemen anlıyor olanı; büyük yeşil bir kurbağa doğmuş olmalı… Acaba ne zaman sıçrayacak?

“bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan

her gün zıplıyor, her gün eksiliyor, her gün

Yazının Devamı

Sürdürülebilir bir dünya için daha erken ölmeliyiz

Yaşamak istiyoruz… Hep daha çok yaşamak.

Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieślowski’nin 1980 yılında çektiği Yüzlerle Konuşmak (Gadajace Glowy) adında kısa bir belgesel filmi var. Gözlerini dünyaya yeni açmış bir bebekten yüz yaşındaki bir kadına kadar çeşitli insanlara iki basit soru yöneltiyor: Sen kimsin? Ne istiyorsun? Sorulara en son yanıt veren yüz yaşındaki kadın, “yaşamak, daha çok yaşamak” diye cevap veriyor. İnsanın bu isteğini anlamak bir yönüyle mümkün. Fakat doğa bu talebimiz ve bu yöndeki başarımızdan hiç memnun değil. Tıp ve mühendislik alanındaki ilerlemelerle 1900 yılında 31 yıl olan ortalama ömür, 2018 yılında 72 yıl olarak hesaplandı. Kabaca 100 yılda iki katından fazla bir artış görülüyor. Ve net bir şekilde söyleyebilirim ki doğa bu durumdan rahatsız.

Çevre sorunları her geçen gün büyüyor ve yeni sorunlar ekleniyor. Küresel ısınma, denizlerdeki kirlilik, kuraklık, su kaynaklarının azalması, mikroplastikler, çöp sorunu…

Yazının Devamı

Büyük Marmara depremi sürpriz mi olacak?

23 Nisan Çarşamba günü İstanbul’da 6.2 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Ardından bir çok “uzman” açıklama yapma yarışına girdi. Eğer bu kişiler arasından “büyük bir deprem olmayacak” diyen birisine inandıysanız; celladınıza gülümseyin de şöyle son son güzel bir fotoğrafınız olsun. Çünkü Marmara’da büyük bir deprem olacak. İnanın bunu bilmek için deprem uzmanı olmaya gerek yok. Yalnızca tarihî kayıtlara bakmak yeterli.

Marmara Bölgesi’nde 358 yılından 1999 yılına kadar 30’a yakın, yıkıma sebep olan deprem olmuş. Bunların içerisinden yalnızca en dikkat çekici olanları aldım buraya.

Marmara Bölgesi’ne ilişkin tarihî kayılarda karşımıza ilk çıkan depremlerden biri 24 Ağustos 358 yılına ait. Bu depremde Doğu Roma İmparatorluğu’nun Bitinya eyaletinin merkezi Nikomedia yani İzmit tam anlamıyla yerle bir olmuş.

Yazının Devamı

Bir portre denemesi: Dostoyevski

“Umutsuzluğumuz insan kalmak içindi” Yağmurun altında, Melih Cevdet Anday

“Gerçekten ne istediğimi biliyor musun? Hepinizin canı cehenneme! Ben huzur istiyorum. Beni rahatsız etmemeleri için tüm dünyayı üç kuruşa satarım. Bana ‘Çay mı içmek istersin yoksa dünyanın batmasını mı?’ diye sorsalar, ‘Dünya batsın, yeter ki ben her zaman çayımı içeyim’ derim. Yeraltından Notlar, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Bu sözlerin sahibi Fyodor Mihayloviç Dostoyevski umudun insanıydı. Fakat hiç şüphesiz gençlik dönemlerindeki umut değil bu. 19 yüzyılın en büyüleyici fikri olan hümanizmin Rusya’daki en dikkat çeken sözcüsü Vissarion Belinski’ydi. Dostoyevski’de gençlik dönemlerinin öğretmeni olan Belisnki’nin hümanist düşüncelerini paylaşıyordu. Yazdığı ilk büyük romanı İnsancıklar bu toplumcu fikirlerle yazılmıştı. İnsancıkların iyi kalpli Makar Devuşkin’i Dostoyevski’yi heyecanlandırıyor, duygularını yüceltiyordu. En ezilmiş, en aşağılanmış insanın, yine de insan olduğunu görmek ve edebi kariyerini bu düşünceler üzerine inşa etmek, feodal dünya için oldukça devrimci bir yaklaşımdı. “En ezilmiş, en aşağılanmış kişinin bile insan olduğunu, ona kardeş dendiğini görmek insanın yüreğine işliyor.” İşte bu cümleler Dostoyevski’nin edebi kariyerinin başlangıcını ifade ediyor. * İdeallerle coşan sarsılmaz bir yürek! Sanırım trajik bir hayatın kusursuz başlangıcı için gerekli olan elma budur: Kırmızı, parlak, göz alıcı…

Yazının Devamı

Müsilaj konusunu bir de cinciye soralım

Marmara Denizi maalesef kendisini örümcek ağları gibi saran müsilaj ile yine gündemde. Böylesi bir doğa felaketi bile ülkemizdeki siyaset canavarının öğünü olmaktan kurtulamıyor.

Tahir Büyükakın, geçtiğimiz gün gerçekleştirilen AK Parti Kadın Kolları Kongresi’nde Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorununun, arıtma tesisleri yapıldığı takdirde 5 yıl içerisinde çözülebileceğini söyledi. Bu açıklama kesinlikle umut verici ama ne kadar gerçeği yansıtıyor?

Müsilaj konusu yeniden gündeme gelse de aslında yeni bir sorun değil. Recep Tayyip Erdoğan 2021 yılında “Nasıl Haliç'i tertemiz yaptıysak, Haliç'te denize girilir hale getirdiysek, orada balık tutar hale getirdiysek inşallah bu müsilaj belasından da kısa zamanda Marmara'mızı, İstanbul'umuzu temizleyeceğiz”* şeklinde açıklamalarda bulunmuştu.

Yazının Devamı

Tatlı rüyalar

“Üzerimde yıldızlı gök, içimde ahlâk yasası” demişti Königsbergli*. Bizde tüm hikâyeleri başlatan o yolculuğa çıkalım. İçimize dönelim. Bakalım orada ahlâk sütununu dikebileceğimiz bir kaide bulabilecek miyiz?

İdealist gelenek -ister ilahi olsun ister seküler- kendi sinir uçlarını dağlayıp, ideal ‘bir’ insan ve onun ideal yaşantısını bir terzi gibi biçme cüretini gösterdi ve gösteriyor da…

Sınırları çizilmiş davranış biçimleri üzerinden değerler üretiliyor ve değerlere uygunluğu bakımından da değerli insan portresi çiziliyor.

Yazının Devamı

Yaratıcı bir idam yöntemi olarak asgari ücret

Gündemimiz, ülkenin yüzde 20’lik kesimini ilgilendirmeyen asgari ücret. Zaten başka seçeneğimiz de yok.

Gazetelerde, televizyon kanallarında, beklenen sıralarda, otobüslerde yani her yerde bu konuşuluyor.

Komisyon toplanıyor dağılıyor, tekrar toplanıyor… Bakan açıklama yapıyor, sendika başkanları konuşuyor, taslaklar hazırlanıyor… Tahminler, teklifler açık artırmalardan farksız; var mı artıran?

Yazının Devamı

Hangi Nietzsche?

Soner Soysal’ın Nietzsche: Perspektivizm, Güç İstenci, Doğruluk adıyla yayımladığı çalışma, Friedrich Nietzsche felsefesi söz konusu olduğunda popüler tartışmaların gölgesinde kalan bilgi ve doğruluk kavramlarına odaklanıyor.

Nietzsche’ye ilişkin geleneksel yorum ile analitikçi yorum arasında gittikçe derinleşen tartışmaları da çalışmanın bünyesine katan Soysal, Martin Heidegger, John Richardson ve Maudemarie Clark’ın Nietzsche yorumlarını da araştırma sürecine dahil ederek çalışmasına derinlik kazandırıyor.

Nietzsche felsefesi, gerek ortaya attığı kavramlardan gerekse kullandığı dilden dolayı oldukça yoğun tartışmalarla çevrelenmiştir.Bilgi ve doğruluk kavramları hakkında da birbirinden oldukça farklı görüşler kendisini göstermektedir. Nietzsche uzmanları arasındaki ayrım, Nietzsche’nin bilgi ve doğruluk kavramları söz konusu olduğunda daha da derinleşmektedir.

Yazının Devamı

Yeni putlar dikeceğiz ama hangilerini yıkalım?

-Tanrım, en masumumuzdun sen bizim, bağışlanmayı bekleme.

Hey, 21. yüzyıl! Altın gibi bir kalbin var. İyisin. Duyarlısın. Çok yollar yürüdün çok ilerledin. Evet, çoktan yıkıldı Ur kenti, birbir düştü ortaçağın o rutubetli, soğuk kaleleri. Derebeyler, krallar, din adamları… kalmadı hiçbiri. Senin ülkün; bilim, özgürlük, demokrasi, insan hakları evrensel beyannamesi…

Ama bir noksanlık var. Seziyorsun sen de. Sanki üşüyor gibisin. Isınmak için koşuşturuyorsun öteye beriye. Burç yorumları, yoga seansları, antidepresanlar…

Yazının Devamı

Bir kere daha! Ebediyen bir daha!

“En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getiren. Güvercin adımlarıyla gelen düşünceler yönlendirir dünyayı.”

Friedrich Nietzsche, Ecco Homo

Tüm sloganların, sert atılan adımların, ayartıcı görüntülerin ardında bir dünya işliyor. Çıkan ses kulaklara ulaşıyor ulaşmasına fakat durup dinlemeye kim cesaret edebilir? Tanburları hızla döndüren, akrebi ve yelkovanı gezdiren o mekanik çarkları kast etmiyorum. Tüm ideallerin ötesinde bozuk güzelliğiyle, kahkahasıyla; geceyi ve sabahı, kırları ve kentleri, sarhoşluğu ve duyarlığı fısıldayan bir ses bu. “Şarkıyı duymayanlar dans edenleri deli sanıyor” diyor Nietzsche. Dionysos’un şarkısı bu. Yaşamaktan başka bir derdi yok.

Yazının Devamı