Sanatın Üç Kapısı

Melih Can Şenol

Melih Can Şenol

Tüm Yazıları

Sanat dediğimiz şey, düşünülenden çok daha daha fazla katmana sahip olan bir olgu. Günlük dilde “sanat” deyince çoğumuzun aklına ressamlar, müzisyenler, heykeller ya da filmler gelir. Oysa “sanat” kelimesi, göründüğünden çok daha derin bir dünyaya işaret ediyor; üç ayrı kapıdan açılıyor insana.

Birinci kapı, sanat eserinin kendisi. Yani bir sanatçının elinden çıkan, güzel olması arzu edilen o nesneler ya da eylemler. Bir tablo, bir şiir, bir dans… Bunlar sadece insan ürünü oldukları için değil, aynı zamanda güzelliğin peşinde oldukları için “sanat eseri” adını taşırlar.

İkinci kapı, doğallığın karşısında duran, insanın kendini şekillendirme iradesini gösteren kapıdır. Yani sanat, doğanın akışına bırakılmış bir şey değil, tersine insanın kendi doğasına müdahalesidir. İnsanın dürtülerini dizginleyip yaşamını bir plana göre kurması da bir tür sanattır. Bu anlamda, bir şehir inşa etmek, bir davranış biçimi geliştirmek hatta karakterini biçimlendirmek bile “sanatsal” bir eylemdir.

Ve üçüncü kapı: düşüncenin estetik farkındalığı. Bu, güzelliği fark eden, onun bilincine varan zihnin eylemidir. Sanatın en saf, en soyut hâli belki de budur. Çünkü güzelliği fark etmek, hem başlangıçtır hem de varılacak son noktadır.

Bu üç anlam birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Sanat eseri, insanın bilinçli biçimlendirme çabasının ve güzellik farkındalığının somutlaşmış hâlidir. O yüzden sanat felsefesi, bu üç kapıdan yalnızca birini seçerek yola çıkamaz. Çünkü sanatın özü, bu kapıların arasında gidip gelen bir yolculuktur.

Belki de sanatın en büyük sırrı, güzellik bilincini bir eyleme, bir yaşama biçimine dönüştürmesindedir. Sanat sadece bir tablo değil, insanın kendini nasıl şekillendirdiğiyle ilgilidir. Ve belki de bu yüzden, hayatın kendisi de en büyük sanat eseridir.