Bilebilmek mümkün mü?

Melih Can Şenol

Melih Can Şenol

Tüm Yazıları

“Bilebilmek mümkün mü?” Ontoloji ve epistemolojinin kesiştiği bu noktada Nietzsche, düşünce tarihinin en köklü alışkanlıklarından birine meydan okuyor. Sabit, değişmez, ebedi bir hakikat fikrine… Yüzyıllardır felsefeyi ayakta tuttuğu düşünülen o sağlam zemine.

Nietzsche’nin cevabı son derece keskin: “Hakikat yoktur.” Manevi fenomenler diye adlandırdığımız şeylerin de bağımsız bir gerçekliği yoktur; yalnızca onların yorumları vardır. Üstelik bu yorumların da kendilerini dayandırdığı başka bir “manevi” temel bulunmaz. Yani en derine indiğimizde gördüğümüz şey, “hakikat” değil, yorumun yorumu, perspektifin perspektifidir.

Bu noktada devreye Nietzsche’nin perspektivizmini mümkün kılan temel kavram giriyor: güç istenci. Nietzsche için perspektif, yalnızca bir bakış açısı değil; bir varoluş kipidir. Gücün, daha fazla güç istemesinin dünyayı yorumlama biçimidir. Dolayısıyla karşı çıktığı şey sadece geleneksel bilgi anlayışı değildir; aynı zamanda bu bilgi anlayışının dayandığı düzenli, durağan, sabit dünya tasavvurudur.

Nietzsche’nin sunduğu dünya, devinimsiz bir düzen değil; güç odaklarının çatıştığı, birbirini etkilediği, dönüştürdüğü bir akıştır. Bu yüzden dünya, nesnel, herkes için aynı olan bir gerçeklik olmaktan çıkar. Her güç odağı için dünya, diğer tüm güç odaklarına yönelttiği bakışın ürettiği yorumların toplamıdır. Aslında var olan şey, “dünya” dediğimiz tek bir bütün değil; çoklukla oluşan, sürekli yeniden kurulan bir dünya deneyimidir.

Kısacası Nietzsche bize şunu fısıldar: Her hakikat, bir gücün perspektifidir. Her bilgi, bir iddianın iktidar arzusudur. Ve dünya, sabit bir zemin değil; yorumların birbirine çarparak oluşturduğu bir oluş alanıdır.