Gebze’yi hatırlayanlar el kaldırsın!
Acıları unutturan acılarla yaşıyoruz
Hanemizde talan...
Bir hayvan geziyor kentlerimizde. Soluğu caddelere çöküp; hiç ayırt etmeden solduruyor genç ve yaşlı yüzleri. İlahi yüksekliği ve dilenci adımlarıyla geçiyor içimizden. Soysuz bir öfke gibi eğiliyoruz gövdemize. Cenin gibi karna çekilmiş dizlerden akan kan anlatıyor gelinen yolun öyküsünü. İşte şuracıkta: duraklarda, yollarda, fabrikalarda, evlerin en ücra köşesinde, okullarda; düş görmeden uyuyup uyanıyor yorgunlar.
Biri çıkıp, “Şükür ki odalar var... Odalar var...” diyor. Çünkü oda, geceye söz hakkı verir. Dilsizlerin ve nice unutulmuşların sunağına kim kurban bırakabilir bu kent denen sirkte?
Ben, odanın yankısı olan kişi; bir girişimde bulunabilirim.
SONUÇ ÖLÜMSE SORU DİRİMDİR
Doğmuş olmak kaderinden kaçamayan bizler muhakkak öleceğiz. Ama nasıl? Bir an için durup, koklayalım havayı -koklayalım çünkü akıl, çoğu zaman suyu bulandırmaya yarar- ve duyalım; yüzleri solduran, Gebze’de Arslan Apartmanı’nı yıkan kim?
YUVADAN MEZARA...
29 Ekim Salı sabahı saat 07.30 sularına kadar bir yuva olan Arslan Apartmanı büyük bir gürültüyle mezara dönüştü. Parçalanan beton, eğrilen demir üzerinde yüzlerce kişi Bilir ailesini aradı. “Bilir ailesinden 4 kişi...” Hayır! Bu çok kaba. Bu kuru bir bilgisayar tıkırtısı. Hikâyeyi, anıyı budayan bir kötülük bu. İnsan adıyla, hikâyesiyle bir kimlik taşır. ‘Ben’ olur. ‘4 kişi’ yalnızca herhangi bir şey olabilir. Bu yüzden o enkazdan çıkarılanlar; baba Levent Bilir, anne Emine Bilir ve çocukları Hayrunnisa Nur Bilir ile Muhammed Emir Bilir değildi. Onlar sırlandı artık. Bir doğum günü tebriği, ders kitapları, yapılmış bir plan, heyecanla anlatılan bir gün, öylesine sorulan bir soru, başa gelen bir olaydı çıkartılanlar. Ve bu enkazı Dilara taşıyacak. Başkası değil.
RAPOR: KAFKAESK BİR MANZARA
Arslan Apartmanı’nın altıdaki çukur nasıl oluştu? Bu soru tam 1 aydır yanıt bekliyor. Konunun muhatabı olan herkes raporun 5 gün sonra çıkacağını söyledi. Fakat 1 ay geçmesine rağmen ne rapor açıklandı ne de raporun neden açıklanmadığına dair bir açıklama yapıldı. Rapor, etrafından dolaşılan, bakınca görülen ancak asla ulaşılamayan bir şeye dönüştü. Burada teknik hiçbir konuya girmeyeceğim. Yalnızca olaya ilişkin yetkili ağızlardan çıkan sözlere göz atalım:
“Bilimsel raporu bekleyeceğiz”, “binanın kendi zeminine bağlı olarak bir yıkım gerçekleştiğini görüyoruz”, “belli riskler var, çok net söyleyebilirim; eski bir dere yatağı söz konusu, yer altı su seviyesine belli şekillerde müdahale edilmiş olması söz konusu. Elbette deprem riskleri söz konusu ve elbette öyle bir metro inşaatının olması, bunlar risklerdir”, “Metroyla hiçbir ilgisi yok, bu kadar net söyleyeyim size. Hiçbir deformasyon yok, çatlak yok, hiçbir şey yok.”
Abdulkadir Uraloğlu, Tahir Büyükakın, Ömer Bulut, İlhami Aktaş, Zinnur Büyükgöz...
Açıklamalar suyu dişlemek gibi, anlamsız ve boğuk. Gerçek ise, “Gebze’de açılan çukura yalnızca Bilir ailesi düşmemeli” diyor. Geçen zaman ve üzerine gelen yeni acıların ardına sığınmak tarifsiz bir durum.
Bizler, hatırlamak ve öfkeyle sormak zorundayız. Çünkü hatırlamak insan ırkının öfkesidir. Gebze’yi hatırlayanlar el kaldırsın.