Cengizhan Göksu

Cengizhan Göksu

ONUR MESELESİ

Bazen bir milletin hafızası, sandığımızdan çok daha derin bir kuyudur. Üstünü ne kadar tozla örtmeye çalışırsanız çalışın, dipten yine bir sızı yükselir; adına kimileri “vicdan”, kimileri “onur” der.

Son günlerde toplumun gündemine düşen bazı görüntüler, bazı ziyaretler, bazı “dostça tebessümler” var. Hani derler ya, “Gören de bilmeyen de sanır ki her şey doğal bir selamlaşma…” Oysa herkes bilir ki bazı kapılar, öyle kolay çalınmaz; bazı odalar, öyle rastgele açılmaz. Hele yılların iz bıraktığı meselelerde, insanların boğazına oturan düğümler vardır ki kolay çözülmez.

Memleket, acılarla yoğrulmuş bir toprak. Evine dönmeyen nice delikanlının ayak izleri hâlâ dağlarda dolaşırken, kimi sahnelerin toplumda burukluk yaratması pek şaşırtıcı değil. “Unutun artık” demekle unutulmaz bazı şeyler. Unutulur sananlar da, halkın hafızasının zayıf olduğunu düşünenler de, yanılır.

Yazının Devamı

ZAMANIN ÖTESİNDE YAŞAYAN ADAM

Her 10 Kasım sabahı, ülkenin dört bir yanında aynı sessizlik yayılır; rüzgâr bile yavaş eser, kuşlar bile susar. Siren sesleriyle birlikte yalnız bir insan değil, bir milletin kalbi durur sanki. Ama o sessizlik, bir sonun değil, bir başlangıcın sesidir. Çünkü Atatürk, ölümsüzlüğü tarihe değil, milletin yüreğine kazıyarak yaşamayı başaran nadir insanlardandır.

Atatürk’ü sadece bir lider olarak görmek, onu anlamaya yetmez. O, bir halkın küllerinden yeniden doğuşunun adı, bir medeniyetin aklı, bir milletin vicdanıdır. O yüzden Atatürk’ü ölüm yıldönümlerinde anmak, aslında yaşadığını yeniden fark etmektir. Çünkü onun fikirleri hâlâ nefes alıyor; ilke ve devrimleri hâlâ yolumuzu aydınlatıyor.

Her çocuğun dilinde bir marş, her okul duvarında bir resim, her gencin kalbinde bir umut varsa, orada Atatürk vardır. Her kadın, onun sayesinde özgürce var olabiliyorsa; her yurttaş, “Benim de söz hakkım var” diyebiliyorsa, işte o zaman Atatürk yaşamaya devam ediyor demektir.

Yazının Devamı

Biz Cumhuriyetiz

Hani bazıları var ya… Ağzında sakız olmuş “Cumhuriyet gereksiz!” Neymiş efendim, “Biz onsuz da olurmuşuz!” Güldürmeyin adamı…

Daha dün yüzünü yıkamayı yeni öğrenmiş adamlarsınız!

Cumhuriyet öyle bir şeydir ki;Kuldan birey yaratır,Saraydan okul,Korkudan umut,Kulların içinden vatandaş çıkarır!

Yazının Devamı

DAR-ABA

Bazı insanlar var ki… Koltuğa değil, koltuk onlara yapışmış!Sanki o makam sandalye değil, anadan miras taht!Yıllardır aynı cümleler, aynı suratlar, aynı “ben olmasam dünya döner mi?” halleri…Yahu dünya dönüyor, senin yüzünden belki biraz sendeleyerek ama dönüyor!

Eskiden aba genişti, şimdi dar geliyor.Eskiden sözün ağırlığı vardı, şimdi sadece koltuğun ağırlığı kaldı.Bir bakıyoruz, “gençler gelsin, yenilik gelsin” diyorlar…Ama koltuğu bırakmamak için sanki altına beton dökmüş gibiler!

Koltuğa öyle bir sarılmışlar ki, NASA bile o çekim gücünü kıskanır.Bir türlü kalkamıyorlar, çünkü kalkarlarsa görünmez olacaklarını sanıyorlar.Oysa faydalı olamadıklarının farkında herkes…Ama gel gör ki onlar hâlâ “Ben olmasam işler yürümez!” kafasında.Yürür be güzel kardeşim, hem de sen yokken koşar bile!

Yazının Devamı

Gaf Cambazları

Memlekette öyle bir dönemden geçiyoruz ki, artık siyasetçiler konuşurken millet değil kahvehanedeki dayılar bile utanıyor.Eskiden siyasetçinin biri kürsüye çıkınca millet “ne diyecek acaba” derdi, şimdi “ne diyecek de gülsek biraz” diye bekliyor.

Bir bakıyorsun biri “enflasyon düşüyor” diyor, aynı gün etiketler uçuyor.Diğeri “biz sözümüzün arkasındayız” diyor, arkasına bakıyorsun: söz yok, sadece boş sandalye!

Kimi konuşurken kelimeler diz çöküyor, cümleler yalpalıyor; Türkçe bile “ben bu işte yokum” deyip kenara çekiliyor.Birisi geçenlerde “ülkemizin refah seviyesi artıyor” dedi, vatandaş elektrik faturasına baktı, “herhalde başka ülke kastetti” dedi.

Yazının Devamı

Sareli köyün kabalcıları

Bir milletin en büyük felaketi, aklın ve vicdanın yerine kör teslimiyetin geçirilmesidir. Tarikatlar, ilk bakışta bir “maneviyat yuvası” gibi görünür; insanı Allah’a yaklaştırdığını, gönül terbiyesi verdiğini söylerler. Oysa çoğu, ruhu değil, cüzdanı temizlemeyi hedefleyen; imanla değil, itaatle beslenen yapılar haline gelmiştir.

Bugün ülkemizin dört bir yanında, sözde “şeyhler”, “mürşitler” ve “efendiler” insanları Allah'a değil, kendilerine kul etmektedir. Kuran’ın “düşünmez misiniz?” çağrısına inat, “düşünme, teslim ol” diyen bir zihniyet hâkimdir. Bu teslimiyetin adı artık maneviyat değil, istismardır.

İlk adımda seni sevgiyle karşılarlar, “kardeşlik”, “sohbet”, “zikrullah” derler. Ancak farkına varmadan seni sorgulayan değil, itaat eden bir varlığa dönüştürürler. Zamanla düşünmezsin, sadece “efendi ne derse” ona inanırsın. Çünkü orada sorgu yasaktır, akıl küfür sayılır.

Yazının Devamı

Yahyakaptan’da çamur cumhuriyeti

Yahyakaptan Mahallesi, tarihinde belki de ilk defa bu kadar zor günler geçiriyor. Deprem görmüş, fırtına atlatmış, sel yaşamış olabilir ama bu kadar çamurla daha önce hiç boğuşmamıştır! Şu sıralar mahallede yaşamak, adeta Survivor yarışmasına katılmak gibi.

Kazılar bitti mi, bitmedi mi, yoksa yeni bir kanal mı açıldı, kimse tam emin değil. Bir gün evden çıkıyorsun yol var, ertesi gün aynı yolda derin bir hendek! Sanki mahallede gizli gizli define arıyorlar.

Yahyakaptanlıların yeni spor dalı da belli oldu: “Çamur güreşi.” Çocuklar okul yolunda çamura saplanıyor, büyükler marketten çıkınca adımını denk getirme savaşı veriyor. Arabalar desen, park yerinden çıkarken Dakar rallisine hazırlanır gibi.

Yazının Devamı

TOP-AÇ

Artık sokaktaki insan gerçek bir ozanın dizelerini duysa anlamıyor, büyük bir ressamın eserini görse küçümsüyor, bir ustanın emeğini hiçe sayıyor. Çünkü toplumun terazisi bozuldu. Terazinin bir kefesinde alın teriyle üreten, sabahlara kadar çalışan gerçek sanatçılar var; diğer kefesinde ise şaklabanlık yaparak sahneye çıkan, iki hareketle gündeme gelen maskaralar. Ve ne acıdır ki toplum maskaraları tercih ediyor.

Sanat adına rezillik pazarlanıyor. Televizyonlarda, sosyal medyada sürekli şov peşinde koşanlar, hayatını tiyatroya, müziğe, edebiyata adamış gerçek sanatçılardan daha çok değer görüyor. Çünkü toplumun gözü artık gerçeğe değil, gösterişe kilitlenmiş.

Gerçek sanatçı açken, kirasını ödeyemezken, yaptığı eseri satamazken; sahte kahramanlar üç beş maskaralıkla köşeyi dönüyor. Bu mudur adalet? Bu mudur sanatın değer gördüğü bir toplum?

Yazının Devamı

Beyin-siz misiniz?

Evet.Beyin-siz misiniz?Yoksa,Beyinsiz misiniz?

Kendi fikri olmayan, kendi doğrusu olmayan, kendi aklını çalıştırmayan milyonların arasında boğuluyoruz. Ne söylersen “evet” diyen, ne verirsen kabul eden, ne dayatırsan boyun eğen koca bir güruh…Düşünmek mi? O zahmete girmezler.Sorgulamak mı? Onların harcı değil.Kendi yolunu çizmek mi? Aman, başlarına iş almak istemezler.

Onlar, başkasının ağzından çıkan cümlelerle konuşan, başkasının gözleriyle bakan, başkasının aklıyla yaşayan zavallı kalabalıklar.Ve işin en acı yanı ne biliyor musunuz?Kendilerine ait hiçbir şeyleri yok! Ne bir fikirleri var, ne bir duruşları, ne bir kişilikleri…Sadece birer boş kabuk gibiler. İçleri bomboş, dışları kalabalık.

Yazının Devamı

Bir Milletin Dirilişi: 30 Ağustos Zaferi

Bugün… Takvimler 30 Ağustos’u gösteriyor.Bugün; Anadolu’nun işgalcilerden temizlendiği, Türk milletinin küllerinden yeniden doğduğu, bağımsızlığımızın mühürlendiği gündür.Bugün; esaret zincirlerini kıran, “Ya istiklal, ya ölüm!” diyen bir milletin destanıdır.

Düşünün… 1922’nin o kan, barut ve umut kokan günlerini.Bir yanda yokluk, açlık, yoksunluk; diğer yanda inanç, azim ve bağımsızlık sevdası.Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, emperyalizmin pençesine teslim edilmiş bir milleti yeniden ayağa kaldırmak için yola çıktı. “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle başlayan Büyük Taarruz, sadece bir askeri operasyon değildi; bir milletin var olma mücadelesiydi.

30 Ağustos, yalnızca bir zafer değildir.Bu, Türk’ün yeniden doğuşudur.Bu, bir milletin kaderini kendi elleriyle yazdığı gündür.O gün, bir ulus şunu haykırdı:“Bu topraklar bize atalarımızın mirası değil, çocuklarımızın emanetidir!”

Yazının Devamı

Vahşi Kapitalizm

Birileri için hayat, gökdelenlerin tepesinde sonsuz bir ziyafettir…Diğerleri içinse, o gökdelenlerin temelinde ezilen bir sessizliktir.

Kapitalizm denilen canavar, artık sadece bir sistem değil; koca bir sömürü imparatorluğu. Hani eskiden “alın teri kutsaldır” derlerdi ya, artık alın teri yalnızca patronların kasasına giden bir akışkan… İşçinin, memurun, köylünün, emekçinin alnından süzülen her damla, sermayenin dişlilerini döndürmek için yağ yerine kullanılıyor.

Bugün milyonlarca insan, asgari ücretin altında bir hayata mahkûm. Daha sofraya oturmadan, maaşı çoktan şirketlerin kâr hanesine yazılıyor. Borçla, krediyle, faizle, kirayla zincirlenmiş milyonlar… Ve buna rağmen, “büyüyoruz” diye böbürlenenler var. Kimin cebinde büyüme var, biliyor musunuz? Sizin değil, onların!

Yazının Devamı

Makam koltukları babanızın malı değil, haddinizi bilin

Makam dediğin emanettir, sorumluluktur, halkın, kurumun, çalışanların hakkını gözetmektir. Ama siz… O koltuğa oturur oturmaz yüzünüz değişir. Aynı çayı içtiğiniz, aynı koridorda yürüdüğünüz insanlara yukarıdan bakar hale gelirsiniz. Sanki o koltuk babanızdan miras kalmış gibi kibirlenirsiniz.

Kendinizi imparator sanarsınız, çalışanları tebaa…Adalet kelimesini lugatınızdan siler, yerine torpil ve kayırmacılığı koyarsınız. Fikrini söyleyeni sürer, boyun eğmeyeni ezer, “Ben burada olduğum sürece” diyerek tehditler savurursunuz. Oysa siz de bilirsiniz ki “orada olma” süreniz, duvardaki takvim yaprakları gibi hızla erir.

Ama ne yaparsınız? İnsanları yıldırmak için mobbing uygular, hak yiyerek terfi eder, emek hırsızlığına ortak olursunuz. Size itaat eden yalakaları ödüllendirir, çalışanın alın terini görmezden gelirsiniz. Kendinizi vazgeçilmez sanırsınız.

Yazının Devamı

Ölüm fabrikası: Kartepe’nin bağrına saplanan paslı hançer

Kocaeli’nin, Kartepe ilçesindeki Uzunbey’in bereketli topraklarına demirden bir mezar dikmeye kalkıyorlar.Adına yatırım diyorlar, kalkınma diyorlar. Bir Entegre işletmesinin kuracağı demir-çelik fabrikası, aslında toprağa ve insana karşı açılmış bir savaş ilanıdır.

Burada yaşayan halk suç işlemedi; suç işleyenler, para hırsıyla insanların sağlığını hiçe sayanlardır.Toprak ve insan, bir şirketin kasasına feda ediliyor.Tarım alanlarının üzerine fabrika dikenler bilsin ki; betonun üzerinde buğday bitmez, çelik kazanında çocuk büyümez!

Halk direndi, mahkeme kapılarına düştü.Bir davayı kazandılar, ötekini kaybettiler.Çünkü adalet terazisine bir taraf demir, diğer taraf ise vicdan koydu. Ve vicdan hafif geldi!

Yazının Devamı

Sırf onlardan değilsin diye...

Yıldırma, Vasıfsızlaştırma ve Kurumsal Mobbingin Sessiz Cehennemi

Artık bir işe nasıl layık olduğun değil, kime yakın olduğun önemli. Yeteneğin, eğitimin, emeğin; hepsi bir kalemde siliniyor. Çünkü sen “onlardan değilsin.” Çünkü sen doğru sendikada değilsin. Çünkü sen o partiden, o yapıdan, o sofradan, o cemaatten değilsin.

İşte o andan itibaren başlıyor o derin sessizlik…Seni yıldırmak için konuşmamaya başlıyorlar.Seni yalnızlaştırmak için görmezden geliyorlar.Ve seni vasıfsızlaştırmak için, bildiğin işi bilmez gibi göstermeye çalışıyorlar.

Yazının Devamı

Herkes haklıysa, bu kadar haksızlığı kim yapıyor?

Bugün sokakta, sosyal medyada, iş yerinde, evde, mecliste, kahvede... Nereye bakarsan bak, herkesin kendine göre bir doğrusu, kendince bir haklılığı var. Herkes mağdur, herkes ezilmiş, herkes haklı... Ama işin garibi şu: Madem herkes bu kadar haklı, bu kadar adaletsizliği, zulmü, iftirayı, ihaneti kim yapıyor?

İnsan kendine toz kondurmaz olmuş. Aynaya bakıp da “Ben de hata yaptım.” diyebilen yok. Nefsine söz geçiremeyen, egosuyla dost olmuş bir toplumdayız. Biri bir hata yaptığında özür dilemek yerine, suçu başkasına atmayı meziyet sayıyor. En dürüst görünüp en arsız olanlar bile, pişkin pişkin “Ben haklıyım.” diye geziyor.

Toplum çürümeye buradan başlıyor. Kimse sorumluluk almıyor. Kimse “Ben yanıldım.” demiyor. Herkes parmak sallıyor, ama parmak kendine dönünce çürük çarık mazeretlere sığınıyor. Oysa bazen en büyük erdem, “Evet, burada yanlış bendeydi.” diyebilmekte gizlidir. Ama bizim toplumda bu cümle neredeyse yok oldu. Çünkü hesap soran çok, ama kendine hesap soran yok.

Yazının Devamı

Çotur damın tamburu

Notredam’ın Kamburu’nda nasıl insanlar kavuşamadıysa…

Tarih, bazen yüksek kulelerin gölgesinde kırık kalplerin ağıtlarını saklar. Notredam’ın taş duvarları arasında, bir kamburun altında ezilen yüreğin feryadı çınlar. Quasimodo’nun sevgisiyle Esmeralda’nın güzelliği, toplumun kalıplarına yenik düşmüştür. Çünkü o çanlar, gerçekleri değil, şekli çalmıştır. Kalpler kavuşamamış, hak ettiği sonu bulamamıştır.

Bugün ise, bu topraklarda başka bir hikâye yazılıyor. Ama ne Paris’tir burası ne de Quasimodo’nun kulesi. Burası Anadolu’dur; burada milletin yüreği çan sesiyle değil, tambur tınısıyla sarsılmak istenmektedir. Fakat unutulan bir şey var: Bu sesin geldiği yer ne bir kraliyet ne bir kule… Sadece eğri çatılı, derme çatma bir “Çotur Dam”dır. Ve o damdan çıkan tamburun sesi, ne kadar yükselirse yükselsin, Türk milletinin gür vicdanını bastıramaz.

Yazının Devamı

Sükûtun çığlığı: 12 asker gitti, millet laylaylomda

Bir zamanlar bir asker şehit düştü mü, kasabalar susardı, şehirler mateme bürünürdü. Televizyonlar eğlence programlarını kaldırır, gazeteler simsiyah manşetlerle çıkardı. Evlerden dualar yükselirdi, sokaklarda öfke, ekranlarda gözyaşı olurdu.

Şimdi ne oldu?

Bugün, 12 evladımız — evet, tam 12 yiğidimiz — bir mağaranın karanlığında, metan gazına kurban gittiler. Görev başındaydılar. Vatan borcunu ödemek için oradaydılar.Ve millet… Sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Yazının Devamı

Vay ibre vay

Vay ibre vay...Oynarsın da böyle mi oynarsın?Borsa tahtası gibi yukarı aşağı salınan, rüzgârla dönen rüzgâr gülüsün sanki sen. Enflasyonun ibresinden söz ediyorum. Hani şu her ay “düştü” diyen ama pazarda üç domatesi 30 liradan aşağı vermeyen ibreden.

Ekranlarda narin narin anlatıyorlar:“Enflasyon düşüş eğilimine girmiştir…”Bunu duyunca insanın içinden şöyle diyesi geliyor:Hadi oradan, eğilime giren sizin vicdanınızdır be güzel kardeşim.

Biri çıkıyor diyor ki “Artık tünelin ucunda ışık göründü.”Ama o ışık mıdır, trenin farı mıdır, henüz emin değiliz.Çünkü halk pazarda ışığı değil, fiyatı görüyor.Etiketteki rakamlar Everest’e tırmanıyor,Ama ekranlarda “stabilite”, “istikrar”, “geri çekilme” masalları okunuyor.

Yazının Devamı

Tatile gitmek için zengin doğmanız gerekir

Eskiden insanlar memlekete giderdi, şimdi memlekete gitmek bile dövizle yarışıyor. Hani büyüklerimiz derdi ya, "Denizi gördün mü evladım?" diye… Biz artık sadece Google Earth’ten denize bakıyoruz. Zoom yapınca bir martı sesi geliyor gibi oluyor ama o da sanal martı. Ciyak ciyak, yüreğimizde...

Geçen gün bir aile, çocuklarını Efes Antik Kenti’ne götürmek istemiş. Kapıda 800 TL yazınca, Roma tarihini anlatmak yerine çocuğa "Bak oğlum, işte kapitalizmin taş hali" demişler. Müze kartı alayım desen, onun da ayrı vergi dairesi var sanki. Kendi toprağında, kendi geçmişine QR kodla giriyorsun. Ayıp.

Otellere gelelim… 5 yıldızlı otel fiyatı, 3 asgari maaşa denk geliyor. Ama hizmete bakınca yıldızlar galaksinin öbür ucunda kalıyor. Klimalar var ama sadece "VAR", çalışmaz. Sabah kahvaltısı açık büfe ama domates görmemek için erken kalkmak lazım.

Yazının Devamı

Bırakın da yaşayalım!

Yahu bir rahat bırakmadınız gitti! Nefes alıyoruz, gölge ediyorsunuz. Bir lokma ekmek yiyoruz, vergi diyorsunuz. Seviyoruz, yasaklıyorsunuz. Düşünüyoruz, fişliyorsunuz. Sokağa çıkıyoruz, kamerayla takip ediyorsunuz. Uyuyoruz, rüyamıza bile müdahele etmeye kalkıyorsunuz! Bu nasıl bir dünya düzeni, bu nasıl bir “yönetenler sendromu”?

Dünyayı yönetenler… Ki bu tabir bile başlı başına bir saçmalığın özetidir. Hani şu arka odalarda toplanıp “Bugün hangi halkın hayatını karartsak acaba?” diye zar atan, uydurma krizlerle ülkeleri diz çöktüren, barışı kelime oyunlarıyla kirleten, özgürlüğü reklam panolarına afiş yapıp gerçekte boğan o ‘büyük akıllar’...

Bizi koyun yerine koydular, ama unutuyorlar: her koyun bir gün kasabı şaşırtır!

Yazının Devamı

Dış minnaklar (Dünyayı yönettiğini sanan cüceler)

Yıllardır ağzımızda bir söz döner durur: "Dış mihraklar…"

Kimi bu sözü hafife alır, kimi alay konusu yapar. Oysa biz biliriz ki bu dünya ne koca yalandan, ne de şeytanın vekillerinden yoksun değildir. Emperyalizmin tok sesiyle konuşan, özgürlüğü parayla satın alabileceğini sanan o sözde “büyük ülkeler” var ya… İşte onlar aslında içleri boş bir çuvaldan farksız.

Amerika, İngiltere, Fransa, İsrail, Almanya…

Yazının Devamı

Türk milliyetçiliğine sert bir çağrı

Bugün Türk milletinin varlığı, hem içeriden hem dışarıdan türlü oyunlarla kuşatılmışken; en büyük utancımız, Türk milliyetçilerinin paramparça, birbirine diş bileyen, birbirini küçümseyen, birbirini ötekileştiren bir halde olmasıdır. Türk milliyetçiliği davası, bir avuç çıkarcı siyasetçinin heveslerini tatmin etmek için yirmi parçaya bölünemez!

Bu topraklarda al bayrak için can verenlerin kanı, sırf koltuk sevdası uğruna kirli pazarlıklara meze edilemez! Her biri “gerçek Türkçü benim” diye kükreyip diğerini hain ilan edenler, aslında Türk milletinin yüreğine hançer saplayan gafillerdir!

Unutmayın: Türk milliyetçiliği bir bayrak gibidir; bu bayrak yere düşerse al bayrağın gölgesinde kimse rahat uyuyamaz! Kimin partisi daha büyük, kimin lideri daha meşhur diye kavga edenler, düşmana namlu doğrultmak yerine kendi kardeşini vurmakla meşguldür.

Yazının Devamı

Milli kimlik: Türk olmanın şerefi ve değişmezliği

Anadolu toprakları, binlerce yıllık bir tarihin, medeniyetlerin ve nice kahramanlık destanlarının harman yeridir. Bu toprakların adı Türk yurdu, Türk yurdunun adı ise asil Türk milletidir. Zira Türklük, bu coğrafyanın alın teriyle, kanıyla, irfanıyla yoğrulmuş köklü bir kimliktir; sadece bir etiket değil, bir ruh, bir şuur, bir karakterdir.

Bugün kimi çevreler, küreselleşmenin getirdiği sinsi oyunlarla, milli kimliğimizi sulandırmaya, Türk milletinin asaletini bir etnik tartışmaya indirgemeye çalışıyor. Oysa bilinmelidir ki, bu milletin kimliği asla değiştirilemez ve değişmeyecektir! Çünkü Türklük, bin yıldır bu coğrafyanın harcına karışmış, Alparslan’ın Malazgirt’ten açtığı kapılardan Osman Gazi’nin sancağına, Atatürk’ün Cumhuriyet devrimine kadar hep aynı şuurla büyümüştür.

Türklük, birleştirici bir kimliktir. Anadolu’yu yurt yapan Türkmen obalarının otağlarından, Balkanlar’a uzanan fetih yollarına kadar; Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da omuz omuza dövüşen yiğitlerin kardeşlik yeminiyle kurulmuştur. Bu milletin kimliği, mezhep, meşrep veya köken ayrımı gözetmeksizin herkesi kucaklayan bir ocaktır. Bu ocağı söndürmek isteyenlerin ise tarih boyunca hevesleri kursaklarında kalmıştır ve kalacaktır!

Yazının Devamı

Soy-Kurum (Filistin)

Bugün Filistin toprakları yine kanla sulanıyor. Masum çocukların feryadı, annelerin haykırışı gök kubbeyi titretiyor ama Arap coğrafyasından tek bir ciddi ses yükselmiyor. Çünkü o ses, yıllar önce dolarlarla susturuldu.

Donald Trump döneminde, Amerika Birleşik Devletleri Arap ülkelerinden adeta “sus payı” olarak 4 trilyon doları alıp gitti. Trump, Suudi saraylarında kılıç dansı yaparken, İslam’ın ilk kıblesi Kudüs, İsrail’e peşkeş çekiliyordu. ABD'nin bu hamlesi açık bir sömürge planıydı ama Arap dünyası bunu ya görmedi ya da görmezden geldi. Çünkü onların gözlerini yeşil dolarlar kör etmişti.

Arap rejimleri, tahtlarını korumak uğruna Filistin’i sattılar. Amerika’nın gölgesinde iktidarlarını sürdürebilmek için, ümmetin en büyük yarasına tuz bastılar. Bugün Gazze yerle bir edilirken, Riyad’da, Abu Dabi’de, Kahire’de hayat normal seyrinde ilerliyor. Kınama bile lüks sayılıyor, çünkü efendilerinden çekiniyorlar.

Yazının Devamı