Cengizhan Göksu

Cengizhan Göksu

Yıkılmaz sanılanlar ve onurlu direnişin sessiz gücü Bask

Hiçbir şey yıkılmaz değildir.

Toprağa kök salmış ulu çınarlar da bir gün devrilir. Beton gökdelenler, kibirle göğe yükselse de bir sarsıntıda çöker. İnsan dediğin de, içinden kırılır bazen; görünmez bir darbe alır da yüreğinden yıkılır.

Tarih boyunca nice kalabalıklar ardına dizilmiş figürler gördük. Konuşurken kelimeleri heybetli, dururken omuzları kalabalıktan geniş. Oysa bu kalabalık, onların şahsına değil; verdikleri sözlere, hayallere, vaatlere inanmış emekçilerin yüreğiydi. Ne yazık ki bazı sendika başkanları, bu güveni bir miras değil, ganimet bellediler. O koltuklara halkın alın teriyle oturup, sonra o alın terini kendi ikballerine mürekkep ettiler. Kendilerine dokunulmasın diye örgütlülüğü perde yapanlar, aslında en büyük ihaneti o örgüte ettiler.

Yazının Devamı

Bir çocuğun lidere ilk selamı (Alparslan Türkeş)

Sekiz yaşındaydım… Çocuk kalbimin en derin yerinde henüz şekillenmeye başlayan bir sevdanın, bir inancın adı yeni yeni yankılanıyordu: Türklük…

Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde, bir yaz günüydü. Sokaklar kalabalıktı, insanlar bir misafiri bekler gibiydi. Babam telaşla hazırlanıyor, etraftaki büyükler heyecanla bir şeyler fısıldıyordu. Anlamıyordum ama hissediyordum; bugün farklıydı. Bugün yüce biri gelecekti.

Derken bir araba yaklaştı. Kalabalığın arasında bir sessizlik oldu. Gömleğim terli, avuçlarım nemliydi. Bir anda herkesin gözleri aynı yöne çevrildi. Ve ben onu gördüm… Ceketinin düğmeleri iliklenmiş, başı dik, bakışları çelik gibi bir adam: Alparslan Türkeş…

Yazının Devamı

Türk kimdir!

Türk; dağlara alnını yaslamış, bozkırların rüzgârında serdengeçti bir yürektir.O, Ergenekon’da demiri eriten iradenin, Ötüken’de budunu yurt bellemiş bilgenin evladıdır. Tarihin tozlu sayfalarında yalnız bir kavim değil, bir duruşun, bir onurun, bir vicdanın adıdır Türk.

Türk; atını Tanrı Dağları’nın eteklerinden sürüp Tuna boylarında su içiren, kılıcını değil evvela sözünü konuşturan, hakkı eğip bükmeden söyleyen bir soydur. Göğsünde cesaret, omzunda yük, dilinde dua, elinde emeğin nasırıyla yoğrulmuş bir millettir.

O, zalime karşı bir set, mazluma gölge, düşene yoldaş, dosta yurt olmuştur. Ne zulmün yanında olmuştur, ne boyunduruğu boynuna takmıştır. Kızıl elmanın peşinde koşarken ne mal sevdasına düşmüş, ne taht uğruna öz benliğinden vazgeçmiştir.

Yazının Devamı

Zulmün üç harfli coğrafyası: Filistin, Doğu Türkistan, Arakan

Dünya susuyor, ümmet kanıyor. Vicdanlar sağır, liderler kör. Üç coğrafya, tek acı: Müslüman olmak.

Dünya, şık salonlarda insan haklarından dem vururken; Kudüs’te bir çocuk daha toprağa düşüyor. Filistin, Doğu Türkistan ve Arakan… Coğrafyaları farklı, dilleri başka, ama kaderleri aynı: mazlumluk, kan, gözyaşı.

Batının ‘medeniyet’ dediği şey, Müslümanın çığlığını duymuyor. Doğunun korkak krallıkları ise paranın hatırına kardeşine sırt dönüyor.

Yazının Devamı

Hibrit tohum: Toprağın ruhuna vurulan pranga

Bir zamanlar tohum, Anadolu’da bereketin simgesiydi. Atadan dedeye, dededen toruna geçen, her biri bir yaşam biçimi olan tohumlar... Doğanın diliydi onlar, insanla toprağın kutsal birlikteliğinin nişanesi. Ancak bu kadim gelenek, hibrit denen sinsi bir sistemle adım adım yok ediliyor. Bu bir devrim değil, açıkça bir işgaldir!

Hibrit tohumun temelleri 20. yüzyılın başlarında, ABD merkezli tarım şirketlerinin “verimlilik” bahanesiyle başlattığı bir projeyle atıldı. 1940’larda “Yeşil Devrim” olarak pazarlanan süreç, aslında doğal tohumun toprağa gömülmesiydi. Rockefeller Vakfı ve benzeri güç odakları, bu devrimi gelişmekte olan ülkelerde yayarak, çiftçiyi “yeni tarım teknolojilerine” mecbur bıraktı. 1970’lere gelindiğinde Hindistan’dan Meksika’ya, Türkiye’den Mısır’a kadar pek çok ülke hibrit tuzağına çekildi.

Hibrit tohum ilk bakışta cazip gelir: Daha fazla verim, daha iri ürünler, daha çabuk hasat. Ama bu bir illüzyondur. Çünkü bu tohumlar, kısırdır. Bir kez ekilir, bir sonraki yıl işe yaramaz. Çiftçi her sene yeniden tohum almak zorunda kalır. Yani toprağın efendisi olan köylü, küresel şirketlerin kölesi haline getirilir.

Yazının Devamı

Tokun gözünde açın karnı yoktur

Bazıları için hayat bir sofradır; çeşit çeşit yemekler, altın tabaklar, kristal bardaklar... Otururlar başköşeye, önlerine ne serilirse silip süpürürler. Sonra da döner, pencere camının ardından sokaktaki çocuğa bakar gibi bakarlar hayata. Tok insanın aç insanı anlaması bu kadar sığdır işte: Bir cam kalınlığında merhamet, bir vitrin mesafesi kadar vicdan...

Açlık, sadece midedeki boşluk değildir. Açlık, çaresizliktir. Kimsesizliktir. Her sabah “bugün ne yiyeceğim?” diye düşünmektir. Ama tok olan bunu bilmez, bilmek de istemez. Bilse bile, empati değil acıma duygusuyla yaklaşır; bu da yaranın üzerine tuz basmaktan başka bir şey değildir.

Tok, yardımı "lütuf" gibi sunar. Aç ise alırken bile ezilir. Çünkü bu düzen öyle kurulmuştur: Aç karnını doyururken bile minnet duymalıdır. Oysa gerçek adalet, tokun açla eşit hissettiği andan sonra başlar. Ama nerde o duygu, nerde o vicdan!

Yazının Devamı

Yüzsüzlük: Çağın en parlak(!) mesleği

Yüzsüzlük, artık sadece bir karakter bozukluğu değil; neredeyse bir yetenek, bir meziyet, hatta bazı çevrelerde kariyer basamaklarını tırmanmanın garantili yolu. Eskiden utanmak bir asalet sayılırdı, şimdi ise "gereksiz duygu" kategorisinde rafa kaldırıldı. Çünkü efendim, bu devirde yüzü kızaran değil, yüzü kalın olan kazanıyor.

Yüzsüz insanın özelliği nedir bilir misiniz? Hiçbir şey olmamış gibi davranabilme yeteneği. Dün yüzünüze baka baka yalan söyleyen o kişi, bugün elini kolunu sallaya sallaya gelip çayınızı şekerli mi şekersiz mi içtiğinizi sorar. Utanmak mı? O zaten evrimin yanlışlıkla kodladığı bir yazılım gibi. Onlar doğduklarında o güncellemeyi almamış belli ki.

Bir de şu “yapışkan yüzsüzler” vardır. Hani insanı bıktırana kadar konuşur, susmaz, anlamaz, anlasa da aldırmaz. Her ortama girer, her konuyu kendine yontar, her krizi fırsata çevirir. Tiksindirme konusunda adeta usta… Yüzsüzlük Nobel’i verilse, kürsüye çıkmadan önce selfie çekip "şaka gibi ama hak ettim" derler, hiç utanmadan.

Yazının Devamı

Hakkın terazisi

Hayatın terazisinde herkes kendi kefesini ağır basan taraf yapmak istiyor. Adaletin, hakkaniyetin, vicdanın ne olduğunu anlatan nice kitaplar yazıldı, nice sözler söylendi ama iş icraata gelince çoğu insan sadece kendi çıkarını düşündü.

Bugün bir düşünelim: Hakkın terazisini kim tartıyor? Sadece kendisi için adalet isteyenler mi? İşine geldiğinde en yüksek perdeden “hak, hukuk” diye bağırıp, iş başkasına gelince üç maymunu oynayanlar mı? Ne yazık ki böyleleri, sadece kendilerine adaletin işlemesini isterler. Başkasının uğradığı haksızlık onları ilgilendirmez. Empati kurmaz, merhamet göstermezler. Çünkü onların terazisinde sadece kendileri vardır.

Sokakta yürürken bir başkasının hakkını hiçe sayıp, trafikte kendine yol açmak için kuralları ihlal edenler... İş yerinde başkasının emeği üzerinden yükselip, en ufak bir yardımı bile çok görenler... Kendi çocuğuna en iyi eğitimi isterken, başka çocukların sürünmesine göz yumanlar... İşte bunlar, hakkın terazisini sadece kendilerine çalışan bir araç gibi görenlerdir.

Yazının Devamı

Polis halktır, halk polistir

Toplumun huzurunu, güvenliğini ve düzenini sağlamakla görevli olan polis, aslında halkın bir parçasıdır. Halkın içinden çıkan, onların güvenliğini sağlamak için fedakârca çalışan bir kurumun mensuplarıdır. Aynı şekilde, halk da polisle birlikte bir bütün oluşturur; çünkü güvenli bir toplum, ancak karşılıklı anlayış, saygı ve sevgiyle mümkün olabilir.

Polis ve halk arasındaki ilişki, yalnızca bir otorite-muhatap ilişkisi değildir. Bu bağ, dayanışma ve karşılıklı güvene dayalı bir birliktelik olmalıdır. Polis, halka hizmet etmek için var olduğu bilinciyle hareket etmeli; halk ise polisin zorlu görevlerini anlamalı, ona destek olmalıdır. Çünkü unutulmamalıdır ki, her polis bir ailenin evladı, bir toplumun ferdidir ve görevini yerine getirirken canını ortaya koymaktadır.

Toplumun her bireyi, polise yalnızca bir otorite figürü olarak bakmak yerine, onu toplumun huzuru için çalışan bir birey olarak görmelidir. Aynı şekilde polis de, halkın sorunlarını anlamaya çalışmalı, onlara bir hizmet anlayışıyla yaklaşmalıdır. Ne zaman ki bu karşılıklı anlayış tesis edilir, işte o zaman güvenli ve huzurlu bir toplum yaratabiliriz.

Yazının Devamı

Siyaset üstü gerçek: Ülkeyi bir arada tutan halktır

Siyaset, toplumları yönlendiren bir araç olsa da, asıl olan halkın kendisidir. Tarih boyunca gördük ki, hiçbir siyasi parti tamamen iyi ya da tamamen kötü değildir. Her ideolojinin içinde halkına samimi şekilde hizmet eden insanlar olduğu gibi, kendi çıkarlarını ön planda tutanlar da bulunur. Ancak mesele, bireyler ya da partiler değil; birlikte yaşadığımız ve ortak bir kaderi paylaştığımız bu ülkenin geleceğidir.

Türkiye, binlerce yıllık bir tarih ve kültürel çeşitliliğin üzerinde yükselen bir ülkedir. Kürt, Türk, Laz, Çerkes, Arap, Boşnak, Pomak, Gürcü ve daha nice halk, bu toprakların ayrılmaz bir parçasıdır. Birlikte savaş verdik, birlikte üzüldük, birlikte sevindik. Anadolu’nun bağrında şekillenen bu ülke, farklılıklarını zenginlik olarak gören bir anlayışla kuruldu. Cumhuriyet’in temeli, halkın ortak iradesi ve kardeşliğine dayanmaktadır.

Ancak ne yazık ki, siyaset zaman zaman bu kardeşliği bölmek için kullanılıyor. İnsanları etnik kökenleri, mezhepleri ya da siyasi görüşleri üzerinden ayrıştırmaya çalışanlar, gerçekte ülkeye zarar verenlerdir. Oysa bizim en büyük gücümüz, ortak değerlerimiz, ortak tarihimiz ve birbirimize duyduğumuz bağlılıktır.

Yazının Devamı

İdrak tahlili

Günümüz dünyasında bilgiye ulaşmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Ancak ironik bir şekilde, bazı insanlar gerçeği görmekten, anlamaktan ve sorgulamaktan bilinçli olarak kaçıyor. İşte bu noktada "idrak kültürü" kavramı devreye giriyor. İdrak, yani anlama ve kavrama yetisi, bireyin hem kendini hem de çevresini sağlıklı bir şekilde yorumlayabilmesi için temel bir beceridir. Ancak bu becerinin eksikliği veya kullanılmaması, bireyleri ve toplumu büyük bir zihinsel esarete sürüklüyor.

Bazı insanlar, kendilerine zarar verildiğini bilseler de bunu kabul etmekten kaçınıyor. Bu, ya konfor alanlarını terk etmek istememelerinden ya da kendi yanlışlarına, hatalarına ve eksikliklerine ayna tutmak istememelerinden kaynaklanıyor. Biat kültürüyle büyümüş bireyler, sorgulamaktan korktukları için göz göre göre yanlışı savunuyor, hatta ona hayranlıkla bağlanıyorlar.

Bu noktada şu soruları sormak gerekiyor: İnsan neden anlamak istemez? Neden kendisine zarar veren kişiye ya da düzene körü körüne bağlı kalır?

Yazının Devamı

Kanı bozuklar

Vatan, bayrak, millet kavramları bir insanın benliğini oluşturan en önemli değerlerdir. Bu değerler, yüzyıllardır kanla, canla, fedakârlıkla korunmuş; nice şehidin, gazinin, kahramanın omuzlarında yükselmiştir. Ancak her toplumda olduğu gibi bizim içimizde de bu değerlere sırt çeviren, yabancı güçlerin maşası olmayı marifet sayan, kendi çıkarları için vatanını satan kanı bozuklar her zaman olmuştur.

Bu soysuzlar, atalarının kan dökerek kazandığı toprakları küçümseyen, kendi milletine ihanet eden, düşmanla aynı safta yürümekten çekinmeyen zavallılardır. Onlar için vatan, sadece menfaatlerinin sağlandığı bir coğrafyadır. Bayrak, göğe çekildiğinde içlerinde bir gurur değil, bir kin beslerler. Tarihlerini bilmez, kültürlerinden utanır, öz benliklerini yok sayarak başka milletlerin gölgesinde yaşamayı seçerler.

Kanı bozuklar, yabancının sofrasında artıklara talip olurken, kendi halkının ekmeğini küçümserler. Düşmanın bir gülümsemesi için milletine iftira atar, kendi insanına kara çalarlar. Onlar için Türk olmak, utanılacak bir şeymiş gibi lanse edilir; köksüzlüğü meziyet, vatansızlığı özgürlük sanarlar.

Yazının Devamı

İnsan insandır

Merhaba sevgili dostlarım

Dünya, tarih boyunca birçok zulme, soykırıma ve insan hakları ihlaline tanıklık etti. Ancak ne yazık ki, geçmişten ders almak yerine, insanlık hâlâ aynı hataları tekrarlamaya devam ediyor. Bugün Suriye’de yeni kurulan bir devletin, Alevi ve Şii nüfusa yönelik baskı, zorbalık ve işkence uyguladığı haberleri gündeme düşüyor. Bir toplum, geçmişte yaşadığı zulmü unutmamalı ama aynı zamanda başkalarına da yaşatmamalıdır.

Bu noktada temel bir soruyu sormak gerekiyor: İnsan ne zaman sadece insan olarak görülmeyi hak edecek? İnanç farklılıkları, etnik köken ya da politik görüşler üzerinden yapılan ayrımcılık, düşmanlık ve nefret ne zaman son bulacak? Bugün Suriye’de yaşanan bu zulüm, geçmişte farklı coğrafyalarda işlenmiş benzer suçların bir devamı niteliğinde. Dünün mazlumları, bugünün zalimlerine dönüşüyorsa, insanlık olarak hiçbir ilerleme kaydedememişiz demektir.

Yazının Devamı

Ne Galatasaray, ne Fenerbahçe tek gerçek ahlaktır

Selamlar sevgili okurlarım bu yazımda hemen hemen herkesin ilgi duyduğu bir spor dalı olan futbol ve ahlak konusunu ele almak istedim.

Futbol, milyonları peşinden sürükleyen bir oyun. Sadece bir spor değil, aynı zamanda bir kültür, bir tutku ve bazen de bir hayat tarzı. Ancak bu oyunun içinde her zaman tartışılan bir mesele var: Ahlak!

Futbolda ahlak denildiğinde akla ilk gelen şey, sahada adil bir oyun oynanıp oynanmadığıdır. Ama mesele sadece bununla sınırlı değil. İşin içine sahtekârlık, hakem kandırmacaları, sert fauller, haksız kazançlar, şike, taraftar olayları ve futbol ekonomisi girince, "Bu oyunda ahlak ne kadar önemli?" sorusu ister istemez akıllara geliyor.

Yazının Devamı

Siyasi ahlak ve parti değiştiren milletvekilleri

Merhabalar sevgili okurlarım, bu yazımı hangi partiden olursa olsun milletin iradesiyle seçilip parti parti gezen vekillere ithafen yazdım.

Demokrasinin temel taşlarından biri seçmen iradesidir. Vatandaşlar, sandık başına giderek kendilerini temsil edecek kişileri belirler ve oy verdikleri partinin politikalarına, ideallerine güvenerek bu seçimi yaparlar. Ancak, son yıllarda sıkça karşılaştığımız bir durum var ki, bu da seçmen iradesine gölge düşürüyor: Bir partiden milletvekili seçilip, daha sonra başka bir partiye geçen vekiller!

Bu durum, siyasi ahlak ve etik açısından ciddi bir sorunu beraberinde getiriyor. Seçmen, belli bir partiye ve onun ideolojisine güvenerek oy verirken, seçtiği vekilin kısa süre sonra başka bir partinin saflarına geçmesi, adeta seçmenin iradesini hiçe saymak anlamına geliyor. Bu, yalnızca siyasi bir manevra değil, aynı zamanda güven erozyonuna da sebep oluyor.

Yazının Devamı

Sevgili Doktor Sendikası tıbbın sahibi sadece doktorlar değildir..

Geçtiğimiz günlerde İzmit'te bir doktor sendikasının merkezinin camına astığı bir tabela dikkatimi çekti: "Tıbbın sahibi hekimlerdir." Bu ifadeyi görünce aklıma gelen ilk soru şu oldu: Tıp bir mülkiyet mi ki sahibi olsun? Ve eğer öyleyse, bu mülkiyetin gerçek paydaşları kimler?

Tıp, yalnızca hekimlerin omuzlarında yükselen bir yapı değildir. Elbette doktorlar sağlık sisteminin vazgeçilmez unsurlarıdır, ancak bu sistemin temel taşı tek başına hekimler değildir. Hastanelerde ve sağlık kuruluşlarında görev yapan hemşireler, laborantlar, radyoloji teknisyenleri, biyologlar, fizyoterapistler, psikologlar, diyetisyenler, tıbbi sekreterler, temizlik personeli, güvenlik görevlileri ve daha niceleri, sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliğini sağlayan büyük bir ekibin parçalarıdır. Bir hastanın doğru teşhis edilmesi, tedavi edilmesi ve iyileşmesi bu ekip çalışması sayesinde mümkün olur.

Hekimler şüphesiz uzun ve zorlu bir eğitim sürecinden geçerek büyük bir bilgi ve beceri kazanırlar. Ancak tıbbi hizmetlerin sunulmasında, diğer sağlık çalışanlarının emeğini yok saymak büyük bir haksızlık olur. Bir hastanın hayatını kurtaran doktor kadar, o hastaya ilaçlarını veren hemşire, testlerini yapan laborant, fizik tedavisini uygulayan fizyoterapist ve hastane temizliğini sağlayan personel de önemlidir. Hekim tek başına bir ameliyatı gerçekleştiremez, bir teşhisi koyamaz veya hastaya tüm bakımı sağlayamaz. Bir sağlık sistemi ancak tüm bileşenleri uyum içinde çalıştığında etkin ve verimli olabilir.

Yazının Devamı

Türk Ocakları: Bir asrı aşan milli şuurun temsilcisi

Selamlar sevgili okurlarım bugün sizlere çok köklü, faydalı, kıymetli bir oluşumun hikayesini ve önemini anlatmak istedim..

Türk milletinin tarihinde önemli dönüm noktaları vardır. Bunlardan biri de, 20. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı bir dönemde, Türk kimliğini ve kültürünü yaşatmak amacıyla kurulan Türk Ocakları’dır. 1912 yılında kurulan bu köklü kurum, bir asrı aşkın süredir Türk milliyetçiliğini, kültürünü ve tarihini savunan bir meşale olarak yoluna devam etmektedir.

Kuruluş Amacı ve Tarihi Misyonu

Yazının Devamı

6 Şubat depreminin ardında Kalan yıkım, umut ve minnet...

Selamlar sevgili okurlarım.Bugün çok acı bir günün yıldönümü.Merkez üstü Kahramanmaraş-Pazarcık olan kendi ilçemde yaşanmış hayatını kaybedenlerin, yarım kalan hayatların, umutsuzluğun, çaresizliğin yıldönümü.

6 Şubat 2023, Türkiye’nin tarihinde kara bir gün olarak kayıtlara geçti. Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem, 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde, tüm ülkeyi derinden sarstı. Bu felakette, binlerce insan hayatını kaybetti, milyonlarca insan evini, işini ve sevdiklerini kaybetti. Yıkılan binalar, toprak altına gömülen hayaller ve acılarla dolu bir tablo ortaya çıktı. Ancak bu büyük felaketten sonra, hepimiz aynı soruyu sorduk: Bir daha böyle bir felaketle karşılaşmamak için ne yapmalıyız?

Deprem, doğal bir olay olmakla birlikte, Türkiye’nin yapılaşma ve şehir planlamasında yaşanan eksikliklerin de derin bir yansıması oldu. Binlerce bina çöktü, bu binalarda yaşayan insanların hayatları sona erdi. Olay, bir kez daha yapıların dayanıklılığının ne kadar önemli olduğunu, yapı denetimlerinin ne kadar ihmal edilemeyeceğini gözler önüne serdi. Deprem anında yaşadıklarımız, bir uyarıydı; bu kadar büyük bir felaketten sonra herkesin sorumluluğu, bu gibi olayları engellemeye yönelik sistemler kurmak olmalı.

Yazının Devamı

Temiz siyaset için umut var mı?

Herkese merhabalar sevgili okurlarım. Bugün benim için pek sevimli olmayan bir konuya değinmek istedim.Pek sevmem siyaseti lakin.Bir takım eksi yönlerini ele almakta fayda gördüm ..

Siyasetin Kirli Yüzü: Güç, İdeoloji ve Etik Sorunlar

Siyaset, toplumları yönlendiren, kararları şekillendiren ve hayatı her yönüyle etkileyen önemli bir araçtır. Ancak bu güçlü aracın içinde, pek de hoş karşılanmayan bir gerçeklik bulunur: Siyasetin kirli yüzü. Gerek bireysel çıkarlar, gerekse toplumsal ve ulusal hedeflerle şekillenen siyasette, sıklıkla etik sınırlar aşılır, kirli pazarlıklar yapılır ve ideolojiler iktidar aracı olarak kullanılır. Birçok insan için siyaset, hizmet etme amacından uzaklaşmış, kişisel çıkarları ön plana çıkaran bir oyun haline dönüşmüştür.

Yazının Devamı

Anlamayanlar için sevr neydi?

Selamlar sevgili okurlarım..

Sevr Barış Antlaşması: Bir İmparatorluğun Sonu, Yeni Bir Düzenin Başlangıcıydı.

1. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılma süreci hızlanmış ve bu süreç, Sevr Barış Antlaşması ile resmiyet kazanmıştır. 10 Ağustos 1920'de imzalanan bu antlaşma, sadece Osmanlı'nın değil, aynı zamanda Orta Doğu'nun siyasi haritasını değiştirecek önemli bir dönemeçtir.

Yazının Devamı

Çürüyoruz!

Toplum ahlaki değerlerini kaybediyor.

Yozlaşma, normalleştiriliyor.

Bilinçli, araştıran, sorgulayan, konuşan, tartışarak sorun çözen, farklı düşüncelere saygı duyan nesiller, yetişmiyor.Bu toplum içten içe çürüyor.Yaşadığımız toplumsal olaylara bakın. Günlük olmuş, artık şaşırtmıyor, kimse ilgilenmiyor.

Yazının Devamı

Kimsesi olmayan bir şehidin mektubu

Kendini bu ülke için feda etmiş kimsesi olmayan bir şehidimizin mektubuna ayırdım bugün ki yazımı.

"Bu yazı bir komanda er mektubudur ve siz bu mektubu gazeteden okuyorsanız ölmüşüm demektir. Bir ailem olsaydı bu mektubu onlara yollamak isterdim ama yok.

HİKAYE

Yazının Devamı

Fakir oldu Hakir

Sevgili dostlarım her şeyden önce 2025 yılının hepinize bütün güzellikleriyle gelmesini temenni ederim.

Yeni yılın gelmesiyle zam yağmuru her zamanki gibi başladı. Zengin ile fakir arasındaki uçurum maalesef giderek açılmaya devam ediyor.

Artık insanlarımızın çoğu fakirlikten, hakirlik pozisyonuna geçiş yapıyor.

Yazının Devamı

Fillerin dünyasında ezik çimenleriz

Her insan hayatı boyunca tepişen fillerin zararına maruz kalmıştır. Her alanda tepişen filler iri cüsseli, gururlu, kibirli sadece kendi nefsini düşünen ve her hangi bir konu eğer canını sıkarsa alttaki çimenlerin ezileceğini düşünmeden hareket eden narsist kişilikleriyle bilinir.

Tabi ki burada bahsettiğim filler o masum doğada yaşayan, aklı fikri olmayan masum hayvanlar değil.Bu filler aklı olan, düşünebilen, toplumun içerisinde başrol oynamak için ivedilikle makam mevki sahibi olmaya çalışan, ezen, üzen, bozan insancıklardır.

Toplumun her alanında bu fillerle karşılaşmak mümkündür.

Yazının Devamı