Bir çocuğun lidere ilk selamı (Alparslan Türkeş)
Sekiz yaşındaydım… Çocuk kalbimin en derin yerinde henüz şekillenmeye başlayan bir sevdanın, bir inancın adı yeni yeni yankılanıyordu: Türklük…
Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde, bir yaz günüydü. Sokaklar kalabalıktı, insanlar bir misafiri bekler gibiydi. Babam telaşla hazırlanıyor, etraftaki büyükler heyecanla bir şeyler fısıldıyordu. Anlamıyordum ama hissediyordum; bugün farklıydı. Bugün yüce biri gelecekti.
Derken bir araba yaklaştı. Kalabalığın arasında bir sessizlik oldu. Gömleğim terli, avuçlarım nemliydi. Bir anda herkesin gözleri aynı yöne çevrildi. Ve ben onu gördüm… Ceketinin düğmeleri iliklenmiş, başı dik, bakışları çelik gibi bir adam: Alparslan Türkeş…
Adını duymuştum ama kim olduğunu henüz tam idrak edememiştim. Fakat kalbim, daha aklımdan önce tanımıştı onu. Yanı başımızdan geçerken etrafına yayılan vakur sessizlik, onun büyüklüğünün ifadesiydi. Yanı başımdan geçerken bana baktı. Küçücük ellerimle uzandım, elini öptüm. O an ne bir nutuk attı ne bir kibir sergiledi. Sadece tebessüm etti, gözleriyle başımı okşadı sanki. Ve ben orada, bir çocuk kalbiyle dava denilen şeyi ilk kez o bakışta gördüm.
İşte o günden sonra adını her duyduğumda içimde bir titreme baş gösterdi. Çünkü ben sekiz yaşındayken bir ömür sürecek bir yürüyüşe ilk adımımı atmıştım. Ve bu adımın şahitliğini, Türk milletinin başbuğu yapmıştı.
O gün ayakları yere sağlam basan, kararlı, dik duruşlu, tok sesli ve arkasında kemik gibi bir kitleyi ölümü pahasına savunabilecek bir adam tanıdım.
Şimdi düşünüyorum da aklıma çin sarayını 40 kişi ile basan Kürşad la özdeşleştiriyorum başbuğu.
Oğuzda er tükenmez, son nefesimize kadar davamıza sadık kalmayı ruhumuza üfleyen lider Alparslan Türkeş'i saygı ve rahmetle anıyorum.
Hadi gel de sök içimdekini, ben yaşken eğilmişim.
Vesselam.