Yanan sadece ormanlarımız mıdır?
Gün geçmiyor ki ülkemizde bizi üzüntüden üzüntüye savuran bir olay olmasın…
Çocukluğumu hatırlıyorum da yazları, televizyon kanallarında farklı tatil tur şirketlerinin sponsorluğunda ülkemizin cennet köşelerini, buradaki turizm tesislerini tanıtan programları döner dururdu. Buralara tatile gidemesek bile ne güzel ülkemiz var diye iç geçirir, yine de bir gün buralara gidebilme umuduyla mutlu olurduk.
Son yıllarda durum değişti, yazları televizyonlarda sürekli yanan yerler ve ormanlar görmekten televizyonu açmaya korkar olduk. Yangınları gördükçe içimiz yanıyor, bir şey yapmamanın suçluluğu ve burukluğunu yaşıyoruz.
Belki de fiziksel ve ruh sağlığımızı korumak adına kanalı değiştirip hiç de normal olmayan bir şekilde normal hayatımıza devam etmeye çalışıyoruz.
Yaz başladı başlayalı yangınlar hala yurdun farklı yerlerinde, farklı zamanlarda olmaya devam ediyor. Çoğu zaman, yangınların kontrol altına alınması da aslında yanacak bir şeyin kalmaması ile mümkün olabiliyor. Hepimizin bildiği üzere, maalesef bazı yangınlarda gönüllülerin de içinde bulunduğu çok sayıda insamızı kaybettik.
İnsan kaybımızın olmadığı, çoğu yangında “Şükür ki can kaybı yok!” haberleri ve açıklamalarına şahit oluyoruz.
Haberleri verenlerin, açıklama yapanların, ağaçların, bırakın ağaçları içinde yaşayan hayvanların da canlı olduğu aklına bile gelmiyor veya gelse bile dile getirilmiyor.
Bir nevi yaşanan bu süreç normalleştirilmeye çalışılıyor. “Bu kötü niyetlidir” demiyorum çünkü yukarıda da söylediğim gibi, belki bu, akıl sağlığımızı korumak adına içgüdüsel yapılan bir eylem de olabilir.
Peki her yangında yananlar sadece ağaçlar ve ormanlarımız mıdır?
Ormanı sadece ağaç olarak düşünmek bizi bir yanılgıya götürebilir. Çünkü ormanlar, içinde farklı türleri barındıran bir ekosistem ve bu ekosistem insan yaşamı için hayati bir rol oynuyor.
Örneklemek gerekirse, ormanlar karbondioksiti alıp yaşam için gerekli olan oksijen üretirken, küresel ısınmayı da önlüyor. Bunun yanısıra sayısız bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yaptığı gibi, binlerce yılda oluşan verimli toprakların kaybına sebep olan erozyonun önüne geçiyor.
Son dönemlerde, özellikle turistik bölgelerde domuzların yiyecek bulmak için şehirlere indiğine ve artık evcilleştiklerine ilişkin haberlere rastlıyoruz. Her ne kadar turistik bölgelerdeki bu durum gündem konusu olsa da aslında ülke genelinde haberlere yansımayan yüzlerce buna benzer durum yaşanıyor ve çiftçilerin yıl boyu emekleri ile elde etmeye çalıştıkları geçimini sağlayacak ürünlerine davetsiz misafirler tarafından el konuyor.
Bu ve buna benzer durumların neden olduğunu durup düşündüğümüzde, aslında sebebin bu hayvanların yaşam alanının daralması belki de kaybolması olduğunu anlamak hiç de zor değil.
Özetle, ormandaki yaşam o kadar birbirine bağımlı ki, bir parçası kaybolduğunda tüm ekosistemin dengesi bozuluyor. Bunun da uzun dönemde daha çorak ve kurak topraklar, daha büyük gıda ve iklim krizlerini getireceğini görmek için alim olmaya gerek yok.
O zaman ülke olarak yapmamız gereken ilk iş zararın neresinden dönersek kardır diyerek kalan ormanlarımız için bu yangınların çıkmasını önleyecek azami önlemleri almamızdır. Her şeye rağmen çıkabilecek yangınlar için yangın büyümeden söndürebilecek uçak dahil her türlü ekipman ve bunları kullanacak ekipler yeter miktarda hazır edilmelidir. Yanan orman alanları başka hiçbir amaca özgülenmeden yeniden ağaçlandırılmalı ve kaybettiklerimiz yerine konulmalıdır.
Bu sayılanlar zor gibi görünse de, ülke insanımızın yangınlar sırasında gördüğümüz canı pahasına müdahale çabası ve bilinç düzeyinin, devletimizin gücü ile birleştiğinde, istenmesi durumunda zorun kolaya çevrilebileceği inancını diri tutuyor.