Muhasebe
Muhasebe işlemleri sadece şirketler için gerekli ve önemliymiş gibi görünse de aslında bireyler ve aileler yani hepimiz için hayatımızın ayrılmaz bir parçası…
Farkında olalım olmayalım o gün, o ay, o yıl ne kadar kazandığımız ve harcadığımız birer muhasebe işlemi… Ekonomik açıdan, eğer kazandığımız harcadığımızdan fazla ise artıya çıktığımızı, az ise eksiye düştüğümüzü söylüyoruz.
Süregelen dönemlerde, artılar fazlalaşırsa refah artışına, eksiler fazla olursa ise refah düşüşüne doğru gittiğimizi öngörmek hiçbirimiz için zor olmasa gerek.
Bu sadece ekonomik/maddi işlemler için değil aslında manevi veya sosyolojik açından da böyle kabul edilebilir.
Hal böyle olunca muhasebeyi hayatımızın her alanına uygulamak, hangi konu ile ilgili olursa olsun mevcut durumu görmek, bunun sonucuna göre davranışlarımızı değiştirmek ve daha iyiye gitmek adına önemli bir enstrüman haline geliyor.
Geçtiğimiz haftalarda da 17 Ağustos 1999 depreminin 26. yıldönümüydü ve hepimiz bu konuda öyle veya böyle paylaşımlar yaptık, hayatını kaybedenleri andık.
Paylaşımların pek çoğunda “Unutmamak” teması vardı. Deprem ile ilgili bu paylaşımları anlamlı ve değerli buluyorum ancak acaba bu yeterli midir?
Gelin hep beraber, ülke olarak 26 yılda depremlerle ilgili ne yaptığımızın muhasebesini yapalım ve unutmamanın yeterli olup olmadığına beraber karar verelim.
Mevzuat açısından baktığımızda, 17 Ağustos 1999 depreminin hemen sonrasında parsel bazlı zemin etütlerinin zorunlu hale geldiğini görüyoruz.
2000 yılında Betonarme Yapıların Tasarım ve Yapım Kuralları Standardı güncellendi.
2001 yılında Yapı Denetim Kanunu Kocaeli’mizin de içinde bulunduğu 11 pilot il için yürürlüğe girdi.
2004 yılında hazır beton kullanımı zorunlu hale geldi.
2007 yılında 1998 deprem yönetmeliği yerini 2007 deprem yönetmeliğine bıraktı.
2011 yılında Yapı Denetim Kanunu ülke geneline yaygınlaştı.
2018 yılında beton niteliğini daha iyi takip etmek için elektronik beton takip sistemine geçildi.
2019 yılında 2007 deprem yönetmeliği yerini 2018 deprem yönetmeliğine bıraktı, yapı denetimde yapı müteahhitlerinin/iş sahiplerinin kendisini denetleyeceği yapı denetim şirketini seçtiği sistemden, yapı denetim şirketinin ilgili bakanlık tarafından atandığı havuz sistemine geçildi.
Bir binanın yapımı için önemli olan yukarıda başlıcaları verilen mevzuat hükümleri ile dünyanın gelişmiş ülkelerindeki durum karşılaştırıldığında mevzuatımızın hiç de eksik olmadığını söyleyebiliriz.
Peki bu gelişmeler olmasına rağmen, depremlerde hala neden bu kadar can kaybımız var ve bu noktada gelişmiş ülkelerdeki kayıp miktarından neden ayrışıyoruz?
Bunun başlıca sebebi, yapı stoğumuzun hala yarısına yakınının 1999 depremi – yani yukarıda bahsedilen gelişen mevzuat - öncesinde inşa edilmiş ve bu yapıların da hala kullanılıyor olmasıdır.
Elbette ki 1999 öncesi yapıların tamamının kötü olduğunu söyleyemeyiz tıpkı 1999 sonrasında yapılan (hatta 2019’den sonra mevcut yönetmeliğe göre yapılan) yapıların tamamının iyi olduğunu söyleyemediğimiz gibi.
Eski tarihlerde yapılan yapılar ile ilgili öncelikle yapılması gereken, bu yapıların yapısal analizinin ve diğer kontrollerinin yapılıp yetersiz görülenlerin güçlendirilmesi veya yıkılıp yeniden yapılmasıdır.
Bu konuda ülkece başarılı olduğumuzu söylememiz maalesef zor.
Her ne kadar 2012 yılında kentsel dönüşüm yasası olarak bilinen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun çıkmış olsa da bu kanun özellikle rantı yüksek şehir merkezlerindeki bazı bina ve bölgelerin yenilenmesinden öteye geçemedi.
Bu dönüşümün yapılması gerçekte söylemdeki kadar kolay değil. Çünkü yapılması için sadece yasa çıkartılması yeterli değil, bunun ekonomik yönünün de çözülmesi gerekli.
Maalesef, bu ve benzeri sebeplerle yapıların güçlendirilmesi ve yenilenmesi işini istenen düzeyde yapamadık ve deprem direçliliğindeki en zayıf halkalarımızdan birisi olarak hala duruyor.
Depremlerde yaşadığımız kayıpların bir diğer sebebi de yeni mevzuata göre yapılan yapılarda da mevzuatın hedeflediği güvenlik düzeyine ulaşamamamız.
Bunun nedeni de sadece mühendislikte ve bir kişi/kurum da ararsak yanılgıya düşebiliriz.
Bu aslında mühendislik, hukuk ve sosyolojinin de içinde olduğu bir sorun. Toplum, ve ilgili kurumlar olarak maalesef kağıt üzerindeki durumu mevzuata uygun yapmaya çalışma, gerçekte ise konuyu bir şekilde istediğimiz hale evirme çabası içinde oluyoruz.
Yanlış anlaşılmak istemem, burada kastım, bir kişi, bir kurum, bir şehir özelinde bunların olduğu değil, ülkece genel yaklaşımımız.
Elbette çok daha fazla sayıda iyi örnek de var ama bu süreçte şu günahları da işledik!
Yeni yerleri imara açmayı, kat sayısını arttırmayı yani imar planlarının yapılmasını konuyu çok da teknik açıdan tartışmadan el kaldır indir ile yaptık.
İmar afları çıkardık.
Yapı denetimi, projenin ruhsatlandırılmasındaki kontrol süreçlerini evrak takipçiliğine döndürdük.
Bina projelerin yapımında yönetmelikleri, mevzuatı arkadan dolanmaya çalıştık.
Kolonu, kirişi, donatıyı az çıkartan mühendislere yapacağımız binaların projesini verdik.
Binayı ayakta tutan proje ve plan işlerini üç kuruşa yaptırmaya çalıştık. Hatta proje işlerini yapım işinin bedava yapılması gereken promosyonuna çevirdik.
İşini layıkıyla yapmaya çalışan mühendis ve mimarlarımıza hakaretler ettik, onlara şiddet uyguladık, gerektiğinde iş verenine/müdürüne şikayet ettik.
Belediyeleri zorlayarak olmayacağı oldurmaya çalıştık, seçim önüne üst kata kaçak kat çıktık.
Teknik kuralları uygulayan belediyelere, siyasetçilere oy vermedik.
Siyasilerin seçim vaatlerinde deprem, afet önlemi ile ilgili ne var diye bakmadık, oy verme tercihlerimizi buna göre yapmadık, gelirse acaba ne işime yarar diye baktık.
Her yere üniversite açtık, her meslekten kişi sayısını arttırdık niteliğini düşürdük.
Belki de bunlardan çok daha önemlisi, eğitimli olmayı, bilgiye, tekniğe göre iş yapmayı gereksiz ve hor görülür hale getirdik.
Doktor dövmeyi övünme unsuru yaptık.
Tüm bunların bir sonucu olarak da deprem yönetmelikleri ve mevzuatımız, dünyanın gelişmiş ülkeleri ile benzer olsa da bunun sağladığı yararlar maalesef onlardaki gibi olmadı, olmuyor.
Hala, her depremde bazen yüzlerle, bazen binlerle ifade edilen insanımızı kaybediyoruz ve aynı acıları tekrar tekrar yaşıyoruz.
Muhasebe ile başladık muhasebe ile bitirelim.
Deprem önlemleri ve bu konuda yaptıklarımızı göz önüne aldığımızda bilançoda hala az da olsa artıda olduğumuzu söyleyebiliriz.
Bilançodaki artıların artması maalesef sadece unutmamakla mümkün değil. Unutmamanın yanında buna uygun iş ve eylemler yapmamız da gerekiyor.
Artılarımızı eksilerimize göre çok daha fazla hale getirmediğimiz müddetçe, depremlerde yaşanan acı sonuçları radikal olarak olumlu yönde değiştirmemiz zor görünüyor.