Fıtrat
Ülkemizin en tarihi, en acı olaylarından bir tanesi 13.05.2014 tarihinde Manisa ilimizin Soma ilçesinde meydana gelen maden faciasıdır.
Hepimizin bildiği gibi bu olayda 301 madencimiz hayatını kaybetti.
Bu gibi bir olay sonucunda yerin yerinden oynaması, ülke iş güvenliği sisteminin, uygulamalarının ve denetiminin tümden gözden geçirilmesi gibi köklü değişikliklerin olması beklenir.
Doğrusu Soma maden faciasını ve sonrasındaki bazı olayları günlerce konuştuk, televizyonlarda izledik.
Ancak hep söylediğimiz gibi biz duygusal bir milletiz ve iş kazası, deprem, yangın vb her olayda tüm yoğunluğu ile üzülüp ah vah deyip sonrasında aynı hızla olayı unutup hayatımıza devam ediyoruz.
Halbuki normalde, bu etkinin daha uzun sürmesi, daha da önemlisi bu tür olayların bir kez daha yaşanmaması için her kademedeki yetkiliden gerekli iyileştirmelerin yapılmasının istenmesi, yargılamalarda tüm sorumluların gereken cezayı alması, bu tür olayların karar merciindekiler için sonuçlarının olması gerekir…
Günümüzden geriye dönüp bakınca madendeki 301, yangındaki 78, depremdeki 50 bin can kaybını istatistiksel veri olarak söylemek kolay.
Ama bu sayılar sadece istatistiksel bir veri değil, ayrı ayrı dünyalar demek.
Ayrıca Peyami Safa’nın da dediği gibi “Ölüm bir eve girince sağ kalanları da biraz öldürüyor.” Böyle bakınca aslında bu tür olaylardaki ölüm sayısı fiziken ölen kişi sayısı olmayıp bunun çok daha fazlasıdır.
Çünkü hepimiz aile fertlerinden olmayan başkalarının ölümünde üzülürüz, duygu yoğunluğu yaşarız, hayatın boş, dertlenmenin gereksiz olduğunu düşünürüz, yakınlarına baş sağlığı dileriz ve çok uzun olmayan bir süre sonra işe güce dalıp, normal hayatımıza devam ederiz. Ama kayıp aileden her gün gördüğümüz, sesini duyduğumuz, sevdiğimiz, güvendiğimiz, yaslandığımız, gece üzerini örttüğümüz, hele hele hayatını sürdürmek için ölenin desteğine, sevgisine muhtaç olan anne, baba, çocuk, kardeş gibi birisi ise işte o zaman ölenle birlikte bu aile fertleri de öyle ya da böyle biraz ölür.
Bu durumun en belirgin örneklerine gazeteci İsmail Saymaz’ın 2016 yılında yazdığı ve bu yazının başlığı ile aynı adı taşıyan “Fıtrat” kitabında rastlanır.
Bu kitapta inşaat, tersane, enerji ve maden sektörlerinde meydana gelen iş kazaları farklı pencerelerden irdelenir ve iş kazasında hayatını kaybeden kişilerin ailelerinin durumu kazalarla ilgili görülen yargılamalar sırasında verdiği ifadelere dayanılarak gözler önüne serilir.
Sebahattin Ali, 1940 yılında yayınladığı “İçimizdeki Şeytan” kitabında özetle kötülük yapan insanın “Şeytana uydum!“ diyerek kendini temize çıkartıp bütün suçu şeytana attığını anlatır.
Her kaza vb can kaybına sebep olan olaydan sonra da önlem alması gereken patronlar, kişiler olayı fıtrat (yaradılış) ve kadere bağlayarak aslında olayda kusurunun bulunmadığını söylüyor.
Olaylar sonucunda elbette hukuki yargılama yapılıyor ancak burada da birileri günah keçisi ilan edilip olay ona ihale edilerek konu kapatılmaya çalışılıyor.
Hal böyle olunca da olayların olmaması için alınması gereken sistemsel önlemler alınmayıp mevcut yaklaşım bir sonraki olaya kadar sürdürülüyor.
Aşağıda yer alan grafik, 2017 yılı itibariyle yüz binde ölümlü iş kazası oranının AB ülkeleri ile Türkiye kıyaslamasını göstermektedir. Grafikteki kırmızı sütun AB ortalamasını, mavi sütun ise Türkiye’nin durumunu ifade ediyor. Görüldüğü üzere, maalesef ülkemizdeki ölümlü iş kazası oranı AB ortalamasının oldukça üzerinde ve takdiri ilahi ile açılacak sınırın ötesinde.

Peki bu kazalar bazı ülkelerde az ise bunu ülkemizde nasıl başarabiliriz?
Ülkemiz iş güvenliği mevzuatına baktığımızda genel olarak gelişmiş ülkelere paralel olmakla birlikte aksayan yönleri var. Bu aksayan yönlerden bir tanesi iş güvenliği uzmanının işin sahibi tarafından seçilmesi ve iş sahibi tarafından seçilen bu kişinin iş sahibini denetleyecek olması.
Bundan daha önemlisi ise iş güvenliğinin bir kültür olarak yerleşik hale getirilememesi ve maliyet arttırıcı bir unsur olarak görülmesi.
Örneğin, inşaat işlerinde görülen en önemli kaza sebebi yüksekten düşme olup ve bu sebeple her yıl çok sayıda insanımızı kaybediyoruz. Halbuki mevzuata göre yüksekte çalışılacak iskelelerin düşmeyi önleyecek şekilde alttan tam olarak kapalı, yan cepheden ise bir metre yüksekliğe kadar parapet şeklinde olması gerekir. Böyle yapılırsa inanın yüksekten düşme kaynaklı can kaybı çok ciddi şekilde azalır. Ancak hangi inşaata bakarsanız bakın böyle bir iskele göremeyiz. Tüm iskeleler neredeyse altta iki tahtadan oluşacak şekilde yapılır ve işçiler bunların üzerinde bir akrobat gibi çalışır.
İnşaat, maden, imalat, kimya sektörü gibi bazı alanlar gerçekten çalışanlar için tehlikelidir. Örneğin kimya sektöründe önlem alsak bile bazen parlama, yangın çıkma ihtimali olabilir.
Ancak gerekli önlemler alınırsa, yangın çıksa bile çok büyümeden söndürülebilir ve işçiler yangın olan bölgeden tahliye edilebilerek can kaybı önlenebilir veya çok azaltılabilir. Fakat buradaki sorun çoğu zaman yangın söndürme tertibatının olmaması veya gerektiği gibi olmaması veya tahliyenin yapılması için gerekli kaçış yollarının bulunmaması olarak karşımıza çıkıyor.
Hal böyle olunca en son Dilovası ilçemizdeki bir imalathanede meydana gelen kazadaki gibi yedi insanımızı birden kaybediyoruz.
Elbet her ölüm acıdır ama daha çocuk yaşta insanımızı, kızlarımızı kaybedince acımız kat kat artıyor. Dilovası’nda neler oldu hangi kusur, hata buna sebep oldu bilmiyoruz. Elbet bunu yargı sistemimiz titizlikle irdeleyecektir.
Ama bildiğimiz bir şey var ki her olayda bu kadar ölüm ve acı normal değil.