“Her canlı ölümü tadacak ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz.”
Hayatımın uzun bir süresini hayatın çoğunluğunun kitaplardan öğrenilebileceği fikrine inanarak geçirdim. Son iki yıl üç kritik sarsıntı geçirdim, yaşadığım üç olay beni köklü bir şekilde dönüştürdü buna eminim. İlki eşime evlenmem, ikincisi dedemin ölümü ve üçüncüsü oğlum Alp Cihangir’in doğumu. Üç sarsıntı diyorum çünkü ancak sarsıntı yerleşik fikirleri altüst eder. Her sarsıntı kötü değildir yanlış anlamayın ama sarsıntı milattır, sonrası aynı kalamaz. Hayatın kitaplardan öğrenilebileceği fikrini önce eşim yıktı ne önyargı bıraktı bende ne de akıl, çok aşık oldum. Kitaplardan böyle öğrenmemiştim, belki de öğreneceğim satırlar vardı fakat ben hazır değildim. Biliyorum ki her kelimenin anlaşılması için bir vakit vardır, sınanmadıysan kelimelere nüfuz edemezsin. Bazı duygulara aşina değilsen yabancısındır, yabancı kelimelerin sıcaklığına erişemez. Kötü kitap dediğin kitap kötü değildir belki, belki de sen çok yaşam acemisisindir, unutma.
Bugün yazıyor olmamın nedeni dedem… Dayımla, annemle, eşimle sohbet ederken hâlâ rahmetli diye bahsedemiyorum dedemden fakat bugün dedem öleli bir yıl oldu. Dedemin ölümünü belki bin kez kurdum kafamda, kabus olarak uykumdan uyandırdığı da oldu bu fikrin, onunla sohbet ederken tuvalete diye kaçıp hüngür hüngür ağlattığı da. O günün geleceğini biliyordum, o günün geleceği günü yıllarca bekledim. Belki babalar biraz geç ölüyor, anneler de öyle ama dedeler hep çok erken ölüyor. Kitaplarda dedelerin hep erken öldüğü yazmıyor mesela, dedelerin bu kadar çok sevilebileceği de… Muhakkak ki dedem huzura döndü, yani evine. Lakin ben nereye gidersem gideyim, hangi şehre, hangi ülkeye, hangi komşuya, hangi okula hiç fark etmez hep dönüşüm dedemin evine olurdu… Önce anne ve babama değil, önce dedem ve anneanneme. Dedem dönüş demekti, köye dönüş, çocukluğuna, kim olduğuna dönüş. Şimdi bir tek anneannem kaldı, evin geniş yolları daralıyor, patikaya dönüşüyor, çoraklaşıyor, dikenlerle doluyor hissediyorum…