Emirhan Akman

Emirhan Akman

Yıldızlar Yatırım Holding Kartepelileri seviyor mu?

50 yıldan fazla süredir Büyükderbent’liyim. Dedem, babası, annesi ve kardeşleriyle Bulgaristan’dan göç etmişler. Osmanlı büyürken Karaman’dan Bulgaristan’a küçülürken de Bulgaristan’dan Kocaeli’ye geldiler. Kendileri istediği için değil. Devlet istemiş, devlet götürmüş, devlet getirmiş. Anlayacağınız ailem devletin sadık kullarından oluşur. Belki de bu yüzden annem, babam ve tüm akrabalarım devlet memuru. Dedem Bulgaristan Preslav doğumlu, ölüm yeri ise Büyükderbent. Dedem devletin Bulgaristan’dan mübadil olarak geri dönüş için uygun gördüğü yerde öldü. Orası Derbent’ti. Orta Cami’nde namazlarını kılardı, Seka’dan emekli oldu ve şimdi 11 aylık oğlum Alp Cihangir’in ayağını toprağa basabileceği tek toprak da Büyükderbent’te yer alıyor oraya ‘muhacir’ mahellesi deniliyor. Yani anlayacağınız o ki beni kesseniz de ben Kartepe’yi ilgilendiren konularda önce gazeteci olarak değil vatandaş olarak bakarım meseleye. Elbette gazeteciyim ama oğlumun ayağını basacağı toprağı korumak benim için namus meselesi…

Yıldızlar Yatırım Holding Kartepe Uzunbey’e bir haddehane tesisi kurmak istiyor. ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) raporu geldi ve projeye onay çıktı. Haddehane diyoruz sürekli ama bu haddehane tesisi nedir? Burada ne yapılır sorularına yanıt vermek şart. Haddehanelerde demir, çelik, alüminyum, bakır gibi metal malzemelere belirli bir form ve ölçü kazandırılıyor, bu malzemeler sonra endüstriyel alanda kullanılıyor. Bir nevi metal dönüştürme tesisi diyebiliriz. Şeklini, boyutunu ve özelliğini değiştirebiliyorsunuz.

Yıldızlar Holding rapora göre buraya getireceği metalin yüzde 70’ini ithal edecek. Önce Derince Limanı’na getirecek, sonra da Kartepe’ye. Savaştan arta kalan metaller, kapanan fabrikalar ve belki başka bir yer bilemem ama bildiğim şey Kartepe’ye dünyanın hurda metali getirilecek. Neden? Biraz bunu konuşacağız…

Yazının Devamı

Yandaş basının ismini tek tek açıklıyorum!

“Kişiliğini anlattıkların değil, yaptıkların belirler”

Yandaş basını açıklayacağım fakat sadece başlığı görüp içinizde buruk bir heyecanla yazıyı açıp sizi de yazmış mıyım diyerek bu yazıya başladıysanız, bir saniye dahi beni bu konuda muhatap aldıysanız size kötü bir haberim var… Siz yandaşsınız. Ama bu kadar basit değil durun anlatacaklarım var. Utanmayacağınızı biliyorum, lakin yine de deve kuşu misali poponuzun açık olduğunu anlatacağım. Tek bir şartla editör ve muhabirler benim gözümde asla yandaş olamazlar. Çünkü onlar politika belirleyemezler. Yandaş olan yöneticidir…

Yandaş basın kime denir açıklamaya karar verdim. Fatma Hürriyet Kaplan haftalardır sesleniyor fakat kimse üzerine pek konuşmadı. Öncelikle Fatma Hanım’ın ‘yandaş basın’ tanımı dört mamur bir tanım değil. Biraz bundan bahsetmek lazım, yandaş basın nedir, kimdir?

Yazının Devamı

-İnsan kardeşini ölüme terk eder mi Sayın Bakan? -İşte Dilovası’nda ölen Tuğba ve Nisa’nın hikâyesi

“Yaşamadan ölmeye itirazım var…”

Bunu yazmayacaksam ellerim tutulur parmaklarım kopar. Bunu yazamayacaksam yok olurum ya da yok olmayı, helâk edilmeyi beklerim. Bunu yazmazsam çürürüm. Çünkü olman gereken yerde olman gereken zamanda yoksan, nerede olursa olsan ol bir önemi yoktur, bilirim. Ben buradayım ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’a bir soru sormak için buradayım…

Önümde Dilovası’nda ölen 6 kişiden 2’sinin fotoğrafı var. Birisi 18 yaşında Tuğba Taşdemir, diğeri 15 yaşında Nisa Taşdemir. Nisa ve Tuğba selfie çekmişler. Makyaj yapmışlar, çok da şık olmuşlar. Belli ki bir fabrikada onlarca ihmal sonucu öleceklerinden haberleri yok. Kıyafetleri özenle seçilmiş belli ki onların da zenginler, imtiyazlılar, özel doğanlar gibi özenerek gitmek istediği yerler varmış. Belli ki kaçak parfüm atölyesinde çalışmak zorunda kaldıkları zaman dışında kendilerine ayırdıkları bir zaman varmış. Bu fotoğraf sayesinde buna tanıklık ediyoruz. Bu fotoğrafın fabrikada yanarak can verdiklerinden kısa bir süre sonra arkadaşları sayesinde onların hikâyesine biraz olsun tanık olalım diye bir gazeteci tarafından ortaya çıkarılacağından habersizler. Tuğba ve Nisa’nın gelecek hayalleri olduğuna eminim, hayalleri olmasa evde oturur kaderlerini beklerlerdi. Belli ki evden çıkmak ve çalışmak zorundaydılar, üstelik gelecek hayalleri de olmalı ki o lanet yerde çalışıyorlardı.

Yazının Devamı

Murat Kurum’a sesleniyorum: Müsterih değilim Sayın Bakan!

Gebze’de Aile Yılı ilan edilen 2025’te gündüz vakti 2012’de yapılmış iskanlı bir bina yıkılıyor. Binadakiler ve etrafında oturanlar bir süredir bölgede gariplik olduğunu görüyor, CİMER’e başvuruyor. Sonucunda hiçbir önlem alınmıyor, bina çöküyor. Bir aile gündüz vakti, Aile Yılı ilan edilen 2025’te yok oluyor. Bunun üzerine bu konu üzerinden ‘siyaset yapılmasın’ deniliyor öyle mi? Siyaset tam da şimdi gerekli. Maden kazası olur ‘siyaset yapmayın’, şehit olur ‘siyaset yapmayın’, deprem olur ‘siyaset yapmayın’ yok ya, ne zaman siyaset yapılacakmış? Bir hesap var ortada, henüz kimin ödeyeceğini bilmediğimiz. Hesabı kim ödeyecek? Sorumluluk kime ait? Siyaset bunu gündemde tutacak, siz de yanıt vereceksiniz. Fatma Hürriyet Kaplan’ın o bölgeye gitmesi bu yüzden önemli. Evet gidecek, evet orada görünecek ve bu konuyu gündemde tutacak. Ona cevap vermekten erinmeyeceksiniz. Cevabınız sağlamsa neden çekiniyorsunuz?

Bir itirafla devam edeyim. Normal şartlar altında efendi efendi süreci takip edip, en sonunda yazı yazacaktım ama bir fotoğraf karesi ve bir cümle beni bu yazıya mecbur bıraktı. Payına ölmek, keder, kader, cefa, ecel düşen halktan birisiyim. Biliyorum ki ben de bu şekilde ölebilirim, sonra birileri çıkıp arkamdan her şeyi tam yapmış gibi benim daha iki gün önce öldüğüm yere gelip, “Vatandaşımız müsterih olsun. Gerek zemin incelemesi sonrası alınacak tedbirler alınacak gerekse burada yenilenmesi gereken binalara ilişkin adımları, gerek Kocaeli Büyükşehir Belediyemiz gerek Gebze Belediyemizle birlikte bu süreci yürüteceğiz” diyebilir! Bu sözleri söyleyen Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum. Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın ise demiş ki, “Tek gayretimiz bir kişinin bile burnunun kanamaması, bir şeyin gözden kaçmaması yönünde.”

Ya aklımı kaçıracağım. Bu bölgedeki insanlar CİMER’e bildirimde bulunmuş. Hatta yıkılan binanın fotoğrafları çekilmiş ve bina sahibine bildirilmiş, o kişi ne yapmış? Bu fotoğraflarla bir yere sormuş mu? O bölgede şu an tek tek boşaltılan binadaki insanların bir kısmı daha önce CİMER’e başvurmuş, sonuç? Sonuç yok. En büyük sonuç Bilir ailesinin bir üyesi dışında hepsi öldü. Deprem olmadan, 2012 yılında yapılmış bir binada can verdiler. Öyle ki kurtulan tek kişiye, ailenin büyük kızı Dilara’ya hastanede, “Deprem oldu” denilmiş. Aklı başında bir insana deprem olmadığı hale 2013’te yapılmış bir evin nasıl çöktüğünü izah edemiyorlar… Bir ev nasıl yıkılır? Evi bırakın bir mahalle nasıl tümden tehlike altına girer ve bunu kimse fark etmez? Halk fark etmiş ama yetkililer bunu umursamışa benzemiyor… Her zamanki gibi dört kişi öldükten sonra, bir aile yok olduktan sonra bakan, vali, belediye başkanları alana doluşuyor ve bize “müsterih” olun diyorlar. Pardon tam olarak ne için müsterih olacağız? Sıranın bize gelmemesine mi? Henüz bizim bir ihmalden dolayı ölmemiş olduğumuza mı şükredeceğiz?

Yazının Devamı

Fatma Kaplan Hürriyet ve Erdem Arcan’ın zaferi bir milat! Etkileri uzun sürecek

CHP Kocaeli’de Fatma Kaplan Hürriyet’in desteklediği Erdem Arcan’ın seçimi kazanması Kocaeli’de bir milat. Etkileri çok uzun zamana yayılmış şekilde anlaşılabilecek bir şey… Kocaeli medya düzenin bu süreçteki sınavı, CHP Kocaeli’nin durumu ve geleceği, AK Parti Kocaeli ve Tahir Büyükakın üzerindeki etkileri üzerine yazılar yazılacak, ben de yazacağım. Bu yazı bir dizi derkenar notu olarak kalsın istiyorum.

CHP Kocaeli Kongresi bitti. Erdem Arcan 13 oy farkla yeni il başkanı oldu. Sonuç açıklandıktan kısa süre sonra telefonum çaldı. Arayan Kocaeli’de sağ bir partide siyaset yapan dostumdu. Telefonda şöyle söyledi, “Fatma Hanım artık bu işin kitabını yazmalı. Biz de okuyup bu işi öğrenmeliyiz.” Bir siyasi için rakipleri bu cümleleri kurmaya başladıysa o kişi artık markadır. Marka siyasetçilerle sadece yarışmazsınız aynı zamanda seyredersiniz. Rakipleri Fatma Hürriyet Kaplan’ı seyrediyor, inceliyor, öğrenmeye çalışıyor…

İsmet İşeri’nin adaylıktan çekilme toplantısındayım. Toplantı bitti. Oradaki iki üç partiliyle konuşuyorum. Bence işin bittiğini Bülent Sarı’nın kazanacağını söylediğimde hepsi sanki anlaşmışcasına, “İşin içinde Fatma Kaplan Hürriyet varsa kesin konuşmamak lazım. Evet şansımız büyük ama kesin değil” diyorlar. Bu sözleri rakiplerinize parayla dahi söyletemezsiniz. Bu sizin kazana kazana, zaferlerle öğretebileceğiniz bir şey.

Yazının Devamı

Yalakalara hayati tavsiyeler ve migren krizlerim

“Yalakanın iyisi, efendisi osurunca derin nefes alandır”

Siyaset yazmaktan sıkıldım. Edebiyata dönmek istiyorum fakat mesleğim buna izin vermiyor. Gazeteci Türkçeyle uğraşır, masasının üstünde hep kelimeler vardır fakat edebiyatla ilişkisi beklenenden çok daha azdır. Her şeyin günlük olduğu bir meslek ortamında kalıcı şeylerle ne kadar uğraşabilirsin ki? Gazetecinin yazıları maddenin katı haliyle değil, gaz haliyle yazılır. Havaya uçar… Siyasetten sıkıldım ve medyadan da sıkıldım fakat bana ilham vermeye devam ediyor.

Yalakalığın inceliklerini yazmak istiyorum. Yalakalığın inceliklerine yalakaları inceleyerek vakıf oldum. Yalakalığın bir tarihi olmalı, hatta başarabilirsek yalakalığın bir maliyeti olmalı. Yalakalara yalaka oldukları hatırlatılmalı. Borges’in, “Alçaklığın Evrensel Tarihi” kitap ismi harika değil mi? Ya da Hasan Yalçın’ın “Dönekler” kitabı? “Yalakalığın Tarihi” de yazılabilir elbette. Bir derkenar olarak burada kalsın, Allah kenara yazdıklarımıza bir gün dönmeye fırsat verirse işimize yarar.

Yazının Devamı

Fatma Kaplan Hürriyet aslında ne söyledi?

ZARLAR ATILDI

Roma İmparatorluğu’nun eşsiz komutanı Jül Sezar Rubicon Nehri’ni geçtikten sonra şöyle söyler, “Alea iacta est”, yani “zarlar atıldı.” Rubicon Nehri Roma’ya girmeden önce son sınırdır. Komutanlar Roma’ya ancak ordusuz girebilir fakat Sezar’a karşı komplo kurulmaktadır, komployu dağıtmanın tek yolu yapılmayanı yapmaktır. Sezar geçilmesi yasak nehri aşar, Roma’ya girer fakat söylediği söz unutulmazdır, zarlar atıldı! Eğer Roma’da başarılı olamazsa bedel ödeyeceği kesindir.

DÖNÜŞ YOK

Yazının Devamı

Gübretaş gerçeklerini duydunuz mu?

“Taş kesilmişti açlığından işçinin biri Evine doğru yürürken Sağ elinde aylığı vardı çil çil Sol elinde anası, karısı, dört çocuk Gelen geçen: İşverene yanıt dediler.”

Gübretaş işçileri 85 gündür grevde. İlk günden bugüne süreci takip ediyorum. Süreç uzadıkça alanı daha sık ziyaret etmek istiyorum. Bir haftadır ha gittim, ha gideceğim diye zaman geçti bugün Eren’le Gübretaş işçisini tekrar ziyaret etmiş olduk. İşçilerin bu tip durumlarda “basın da ilgisini kaybetti, bizi yalnız bıraktılar” demesini istemem çünkü karşımızdaki 240 işçi 20 aydır zam alamıyor, 3 aydır da hiç maaş alamıyor. Alanda kiminle karşılaşmayı hayal edersiniz? Karşınızda büyük bir belirsizlik içinde, her ay sonlanırken iyi haber bekleyen fakat alamayan, alamadıkça da daha fazla baskı altına giren insanlar var. Yine de günlerdir bu fabrika önünde sıcak, soğuk, yağmur, güneş demeden bekliyorlar. Emekleri için, ekmekleri için, çocukları için en önemlisi de onurlu bir yaşam için…

DİRENECEKLER Mİ, VAZ MI GEÇECEKLER?

Yazının Devamı

Bülent Sarı’nın sırtlandığı ağır yük… Şahin Talus’u oralarda hiç görmedim

Bülent Sarı Türkiye için kritik bir siyasi viraj dönülürken CHP Kocaeli İl Başkanlığı yapıyor. Daha önce de söylemiştim, Kocaeli’ye Kocaeli’den değil Türkiye’den bakmak gerekli. Aksi durumda olayları neden-sonuç ilişkisi içinde tartışamıyoruz. Kocaeli Türkiye’ye bağlı, hem de çok bağlı. Bülent Sarı çok önemli bir yükü sırtlıyor peki ama ne demek istiyorum?

CHP AĞIR BASKI ALTINDA

Cumhuriyet Halk Partisi iktidarın ağır baskısı altında. Temel amaç CHP’yi ehlileştirmek, MHP Lideri Devlet Bahçeli 19 Mart sonrası CHP Lideri Özgür Özel’e şöyle söylemişti, “Yargıya saygı duy, partinde otur”. Bu size biçilen bir siyaset alanı var, o alanın dışına taşarsanız partinizin başında kalamazsınız uyarısıydı. Hiç şüphesiz Türkiye değişiyor, bir değişime zorlanıyor. Özgürlük alanı daralıyor, hatta herkes Türkiye Rusya’ya mı benzeyecek diye soruyor. Rusya’daki siyasal düzeni özetleyen bir kavram var, “competition without change” yani değişim olmadan rekabet. Bahçeli’nin Özel’e uyarısı bu anlama geliyor. Rekabet edebilirsin ama sakın gözünü yukarıya dikme, siyasal düzene dokunamazsın… Çünkü kısa bir süre önce Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin birinci partisi olmuş ve İstanbul dahil olmak üzere, AK Parti-MHP ittifakını Anadolu içlerine sıkıştırmış durumdaydı. Bir seçim sonra tümüyle siyasal bir düzen değişikliği mümkün görünüyordu, 19 Mart sonrası ise bu o kadar da kolay görünmüyor. Bugün siyasal iktidarın, AK Parti ve MHP ittifakının yenilmesini, kökten değişikliği arzulayan herkes tehlike altında…

Yazının Devamı

Annemin ezanları ve Alp Cihangir’in yeni hayatının ilk günü

“her akşam nerden baksan yine de bir eksiği doldurur

babalar geri çekilir, anneler onlara teslim olur

babalar hep perşembe, anneler hep cuma olur”- turgut uyar

Yazının Devamı

İmamlar ve tebliğciler neden hiç grevdeki işçiyi ziyaret etmezler?

“Ama bunlar çok iştahlı allahım ve görüyorsun nasıl da dünyevi

Bunlarmış senin kulların öyle diyorlar biz de kürenin üyevi” -Birhan Keskin

Geçen gün bir grev alanına giderken tebliğci tarikatçılarla karşılaştım. Sonra Diyanet’in Cuma namazları için hazırladığı hutbeler geldi aklıma. Birden zihnimi kısa süreli taradım. İslam’ı temsil etme iddiasında olanların meşguliyetleri ne üzerine? Tebliğciler yüzde 90’ı Müslüman olarak bir ülkede İslam’ı yaymaya çalışıyorlar. Diyanet genelde kadınların nasıl yaşaması gerektiği, akrabaya yardım etmenin fazileti ve o haftanın politik gündemi her neyse onunla ilgili hutbeler hazırlıyor. Diyanet’in hutbeleri Beştepe’nin siyasi geleceğinden ayrı değil, şu an olamaz da. Diyanet’e bağlı binlerce imam her gün beş vakit olmak üzere yine binlerce camide vaaz veriyor, halkı dinliyor, halkla karşılaşıyor. Peki ne söylüyorlar? Koca bir hiç. Tebliğciler Müslüman’a, Müslümanlık satıyor, Diyanet’in binlerce imamı memuriyetini tamamlayıp, Beştepe her ne söylüyorsa onu tekrarlıyor. Tarikatçıların tebliği yapmadığı günlerde ne ile uğraştığı çok açık. Daha fazla hafız yetiştiriyorlar, daha fazla kadınlar hakkında hüküm veriyor ve daha fazla öteki dünyayı konuşuyorlar. Diyanet Beştepe’nin siyasi ikbalinden, tarikatçılar ise öteki dünyadan başka bir şey konuşmuyor.

Yazının Devamı

Omsa Metal işçisinin büyük suçunu duydunuz mu?

Kocaeli’nin neresinde bir emek mücadelesi varsa orada olmaya gayret ediyorum. Gazetem de buna imkân veriyor, bu nedenle mutluyum. Emek mücadeleleri beni en çok gerçek insan hikâyesi barındırdığı mutlu ediyor. Geriye dönüp baktığımda çok açık bir şey söylemem gerekiyor, grev çadırları bana çok şey öğretti, öğretmeye devam ediyor. DYO Boya’daki grevi tasvir ederken şöyle söylemiştim, “Hiç aç gözlü işçi tanımadım”. Bana bunu söyleten işçilerdi. Hangi işçiyle konuşsam hiç ağızlardan lüks ihtiyaçlar, imkânsız maaşlar çıktığını görmedim. Hepsinin derdi ailesinin geçimi, çocuğunun geleceği… Bu haklı talepler hayatın en somut istekleri.

İŞÇİLER FABRİKAYA NASIL DÖNECEK?

Yazının Devamı

Veysel Tipoğlu’na soru: Kocaeli’nin elektrikleri neden kesiliyor?

Geçen hafta sıcaklık ortalama 35-40 derece arasında gidip gelirken eve yalnız başıma döndüm. Sevgili eşim Merve ve minik oğlum Alp Cihangir evde yoktu, dedim evde biraz kestiririm. Ayaklarımı uzatır, yanına da soğuk bir şeyler açarım… Eve geldiğimde 3-4 saattir elektriğin olmadığını anladım. Saatlerce elektriği bekledim, çaresizce SEDAŞ’ı aradım. Elektrikler saatler sonra geldiğinde kombinin bağlı olduğu elektrik sigortasının yandığını fark ettim, kombi çalışmıyordu. Evde kimse olmadığı için rahattım, ana avrat sövdüm, “İnşallah kombi bozulmamıştır…” dedim. Bunları düşünürken bacaklarımdan ter akıyordu, saçımın ön kısmı, alnım, ensem su içindeydi. Neyse ki bozulan kombi değilmiş, elektrik sigortasıymış. Bir elektrikçi çağırdım, benim hiçbir suçumun olmadığı bir konuda; faturasını, vergisini ödeyen iyi bir vatandaş olarak saatlerce elektrik hizmeti alamadım, üstüne bir de bozulan sigortayı değiştirttim. Evde ayaklarımı uzatıp, soğuk bir şeyler içemedim… Çünkü evde nasıl yaşayacağıma SEDAŞ karar veriyor. Eminim bu yazdığımı Kocaeli’nin 12 ilçesinde defalarca ve daha da uzun saatlerde yaşayan binlerce insan var.

BEN MUTLU DEĞİLİM!

Kocaeli için Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin bulduğu slogan:

Yazının Devamı

Milli İrade Meydanı’nı Kremlin Meydanıyla kıyaslayanlara soru: Neyi muhafaza ettiniz?

Daha önce bir yazımda İzmit’e ‘çirkin’ demiştim, hiç pişman değilim. İzmit’i hâlâ çirkin buluyorum. İzmit’i çirkin bulduğumu ifade ediyorum çünkü İzmit’in güzel olmasını istiyorum. Bir şehir nasıl güzel olabilir ki? Hemen söyleyeyim, bir şehrin eskimesine izin veriliyorsa; yapıları hafızasını oluşturuyorsa, kültürünü estetikle birleştiriyorsa, binaları insanlarıyla uyumluysa o şehir güzel olabilir. Şehirler eskiyerek güzelleşirler. Şehirler üzerlerine toz düşerse, binalarının, caddelerinin, bulvarlarının üstüne kuşak üstüne kuşak binerse güzelleşirler. Uzun ömürlü esnaflarıyla, bilinçli kentlilerle güzelleşirler… Tabi bir şehrin eskiyebilmesi için dayanıklı, estetik ve uyumlu yapılar inşa etmek şarttır. Yoksa bir barakayı 100 yıl ayakta tutmaktan bahsetmiyorum. İstanbul’da tarihi yarımadayı gezerken ne hissediyorsunuz? İşte güzellik odur. Orada kültür korunmuştur, orası size ölümlü olduğunuzu hatırlatır. Orada Roma’yı, Osmanlı’yı, Türkiye Cumhuriyeti’ni birlikte görürsünüz. Güzellik budur, bir şehrin güzelliği size nerede olduğunuzu hatırlatır…

Son günlerde aklımda Milli İrade Meydanı’yla cebelleşiyorum, orayı sevmeye çalışıyorum. Akşamları eşimle son durağı meydan olan yürüyüşler yapıyoruz, projeyi deneyimliyorum… Belki bu yeni projeyi gereksiz öven metinler karşıma çıkmasa bu çok daha kolay olurdu ama itiraz etmem gerekiyor… Milli İrade Meydanı’nı nasıl övüyorlar biliyor musunuz? Çok büyükmüş. Tam 50 bin metrekareymiş, bu haliyle Vatikan ve Kızıl Meydan’ı bile geçiyormuş. Bu direkt Kocaeli Büyükşehir’in projeyi tanıttığı metinde var. Bir başka metinde ise bir yazar abimiz Milli İrade Meydanı’nı eleştirenleri vizyonsuz buluyor, Kızıl Meydan ve Vatikan’daki San Pietro Meydanı’yla Milli İrade’yi kıyaslayıp onlarda ‘sosyal donatı yok’ diyor. Buradan anladığımız şu ki, sosyal donatı büyük vizyon…

Ben asıl vizyonu anlatacağım size, hazır mısınız?

Yazının Devamı

Kocaeli Türkiye’ye bağlı mı değil mi? Bence değil!

Geri döndüm.

Gazetecilerin tatil dönüşü yazıları ünlüdür. Sanki çok önemliymişiz gibi davranmayı sevdiğimiz için giderken de gelirken de haber veririz biz. Çünkü gazeteci karşısında birisi varmış gibi yapmak zorundadır, bilir ki muhatap yoksa o da yoktur. Çoğu gazeteci bu sayede ayakta kalır, bir ömür kendine konuşur. Ben de başlangıçta kafamdaki okura yazıyordum her şeyi. Şanslıysanız bir süre okur ses verir, “buradayım ve seninleyim”. İşte o zaman kafanızdaki okura değil, gerçekte hemen oracıkta yazmanızı bekleyen okura seslenebilirsiniz. O zaman bir yolculuğa dönüşür bu. Üstelik artık kendinize değil, onlara da sorumluluğunuz vardır. Ali Şeriati diyordu ki, “yazarı okuyucusundan başka hiçbir güç susturamaz”. Okuyucumdan başkası susturamaz beni, ben de buna iman ediyorum.

TATİL YAVAŞLAMAKTIR

Yazının Devamı

Tersane işçisinin yolu kesmesiyle Cuma namazının ne alakası var?

Türkiye’de binlerce kamu işçisi iktidardan gelecek maaş zammı teklifini bekliyordu. İlk teklif 6 ay için yüzde 16’ydı. İşçiler haklı olarak tepki gösterdiler dediler ki, “Aklımızla dalga mı geçiyorsunuz?”. İkinci teklif yapıldı. Yeni teklif yüzde 17’ydi… İkinci teklif 27 Haziran Cuma günü, Cuma namazı sonrasına denk geldi. Cuma namazında ise konu, “Kamu hakkı dokunulmazdır” başlıklıydı. Hayatın bu yönünü hep sevmişimdir. Olmayacak şeyler bazen üst üste gelir.

Gölcük Tersanesi’nde bir işçi olduğunuzu düşünün ve Cuma namazına gittiğinizi. Aklınızda ikinci teklifin ne kadar olacağı sorusu var, henüz yanıt bulmamış ama ilk teklif sizi yeterince sinirlendirmiş. Türkiye’nin ‘stratejik’ bir kurumunda 35 ile 40 bin lira arası net maaşla çalışıyorsunuz… Çalıştığınız kurum o kadar önemli ki, ekmeğiniz için grev yapamıyorsunuz… Türkiye’nin savunması söz konusu. Yaşadığınız ülkede ortalama kiralar 20 bin liradan başlıyor, iki çocuğunuz var. İyi kötü bir arabanız olsun istiyorsunuz ama eşiniz çalışmıyor. Cuma namazındasınız, Allah’ı anmak, imanınızı kanıtlamak ve dua etmek için… Hutbeden bir ses yükseliyor ve hoca anlatıyor, “…Kim, kamu malına ihanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı, boynuna asılı olarak gelir...” diyor Rabbimiz. Evet diyorsunuz ne kadar önemli bir konu, şüphesiz hepimiz için öyle diyorsunuz. Sonra Hz. Peygamberin uyarısını okuyor hoca, “Hiç kimse hakkı olmayan bir karış toprağı bile almasın! Eğer alırsa, kıyamet gününde Allah yedi kat yeri onun boynuna dolar.” Nasıl itiraz edebilirsiniz ki? Elbette diyorsunuz, amin boynuna dolansın her kim alıyorsa… O ara ikinci teklifin 14.00’da duyurulacağı geliyor aklınıza, aklınızdan çıkarmaya çalışıyorsunuz. O arada hoca bitiriyor hutbeyi, “Kamu malından haksız kazanç sağlayanlar için kıyamet günü ancak cehennem azabı vardır.” Şüphesiz diyorsunuz içinizden, “amin, inşallah herkes için” diyorsunuz. O an aklınıza kamu malını çatır çatır yiyen siyasiler geliyor, yaratılan rantlar, bildiğiniz kirli ilişkiler, hepsi gözünüzün önünde oluyor. Lüks araç konvoyları, havaya atılan onlarca milyon lira, ihaleler ve fazlası. Çocuğunuz işe giremiyor ama birileri gözünüzün önünde zenginleşiyor… Siz Cuma namazında saat 14.00’daki teklifi düşünüyorsunuz, buna mecbur bırakılmışsınız. Kızgın ama umutlusunuz.

Üstelik haber kanallarında birileri size diyor ki, “iç cephe çok önemli, etrafımız düşmanlarla çevrili”. Sizin bu önermeye hiçbir itirazınız yok lakin kafanızda sorular var. Hepsi kafanıza uçuşuyor, kafanız karışıyor… Madem iç cephe bu kadar önemli, iç cepheyi bizim maaşlarımızdan kıstığınız paralarlar mı güçlendiriyorsunuz diyorsunuz içinizden. Üstelik siz iç cephe için değil, dış cephe için doğrudan çalışanlardan birisisiniz. İç cephede en huzurlu olması gereken, en rahat etmesi gereken işçi gruplarından birisisi sizsiniz; öyle ya sınırların öteki tarafında savaş varsa dev savaş gemilerini, denizaltılarını inşa eden işçi eve omuzları düşük, çocuğuna mahcup mu dönmeli? Cuma namazı bitiyor. Umutlusunuz, umut önemli şey diyorsunuz içinizden, önyargılı olmamak gerek.

Yazının Devamı

Son sözü DYO işçisi söyleyecek! Peki biz grev ve işçilerden ne öğrenebiliriz?

Kocaeli ve İzmir’de iki fabrikası bulunan DYO Boya fabrikası işçileri grevin 27’inci günündeler. DYO işçisi şu an brüt 38 bin lira, net ise 25 bin TL dolaylarında maaşla çalışıyor. İşçiler yüzde 117 zam talep ederken, işveren ise en son yüzde 60 önerdi. DYO işçisi Petrol İş Sendikası Gebze Şubesi önderliğinde onuru ve geleceği için direnmeye devam ediyor.

Biz şunu soralım: Bir grevden ve işçilerden neler öğrenebiliriz?

Bir gazeteci olarak hiçbir zaman işçi olduğumu unutmuyorum. Pozisyonum haber müdürü, yazı işleri müdürü ya da başka ne olursa olsun bir emek karşılığında, kesin olmayan bir gelecekle ve değer üreterek yaşadığımı biliyorum. Lakin gazetecilikte kendi mesleğimizle ilgili grev görme şansımız çok düşük çünkü bizim sektörde örgütlenmek zordur. Bu nedenle fabrikalardaki grevlerden hep çok şey öğrenmişimdir, hatta direkt öğrenmek için giderim…

Yazının Devamı

Hayati bir soru: Ferdi Zeyrek için neden bu kadar üzüldük?

Zor yazılar yazmaya giriştiğimde İsmet Özel’in bir dizesi kafamda döner durur, “Edebiyat bize burada yardım edemez”. Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek’in ölümü bu türden bir ölüm ama biz bir şeyin peşine düşmek zorundayız… Bir adam nasıl bu kadar önemli ve sevilebilir biri olabilir? Nasıl istisnasız tüm Türkiye bir adam için ağlar? İlk kez birisi ölmüyor, ilk kez ünlü birisi ölmüyor, ilk kez bir siyasi ölmüyor…

Neden bu kadar çok üzüldük?

Ferdi Zeyrek’i ilk kez Manisa’da adaylığının açıklandığı toplantıda izledim. Adaylarda ismini doğrudan koyamadığım fakat hissettiğim bir ışık ararım, bir histir bu size geçer. Bazen boyla, posla, kaşla değil sadece hisle olur, bazen de hepsi birlikte… Ferdi Zeyrek’te ikisi de vardı. Allah vergisi yakışıklı bir adam, muhtemelen girdiği her ortamda fark ediliyordu, aksi düşünülemez… Ferdi Zeyrek güzel bir adamdı, bu yüzden çok üzüldük…

Yazının Devamı

Cenk Özatıcı ve İyi Parti’nin yeni yolu

Türkiye’de uzun süredir şartlar Türk milliyetçiliği siyaseti yapmak için çok uygun görünüyor. Özellikle ekonomik kriz, sığınmacılar meselesi ve kısa bir süre önce bu halkaya eklemlenen Terörsüz Türkiye Projesi, Türk milliyetçileri için çok verimli siyasi sahalar olabilir.

MİLLİYETÇİLİK İÇİN UYGUN ŞARTLAR

Sığınmacılar meselesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırlarını koruyamaması üzerinden sınır namusunu, yabancılara vatandaşlık satışı ve sığınmacılara vatandaşlık verilmesi ulus devletin vatandaşlık politikalarını aşındırdığı gerekçesiyle bir tartışma alanı açıyor. Üstelik bu iktidarı oldukça yoracak bir konu, bu çok açık. Böyle olduğu içinde Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ içeride. Terörsüz Türkiye’yle birlikte bu konuyu düşünce, projeyi açıklayan kişinin Milliyetçi Hareket Partisi’nin başındaki Bahçeli olması da sürpriz değil. En büyük itirazın geleceği yerden rıza üretmeyi deniyorlar… Bu konu ve alanlar çok fazla uzatılabilir, özetle tekrarlıyorum Türk milliyetçiliği için çok uygun şartlar var…

Yazının Devamı

İmamoğlu meselesi çok şey söylüyor…Türkiye İran mı olacak, Rusya mı?

Türkiye o kadar uzun yıllardır bir dönüşüm içinde ki, içerideki en büyük tartışmalardan birisi Türkiye’nin hangi ülkeye benzeyeceğiydi. Hatta bu tartışmalar daha çok seküler kesimler için bir korku meselesiydi… Türkiye’nin İran’a dönüşeceğinden korkuyorlardı. Bir otoriterleşme eğilimi hissediliyordu fakat bunun nereye doğru olacağı kestirilemiyordu… 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’na karşı girişilen siyasi operasyonla geçmişte düşündüğüm fakat artık ikna olduğum şeyi açıklamamda bir sakınca görmüyorum. Türkiye İran’a benzemiyor fakat gitgide Rusya’ya benziyor. Henüz Rusya olmadık fakat olabiliriz, tehlike kapıda.

Merkezinde devletin olduğu ve devletin sürekli güç topladığı, devletin yüce çıkarlarının halkın çıkarlarından üstün sayıldığı, demokrasinin bir teferruata dönüştüğü bir rejim bu. Rusya’nın uzun uzun hikâyesini anlatmayacağım fakat Putin’in yaşayan ve ona karşı savaşan güçlü bir muhalif rakibi var mı? Yok. Ya ülkeyi terk ettiler, ya cezaevindeler ya da belirli (!) nedenlerle öldüler… En son sivrilen ve her türlü eşitsizliğe karşı 2015’de düzenlenen Moskova Belediye Başkanlığı seçimlerinde yüzde 27 gibi oldukça yüksek bir oy alan Aleksey Navalni tutuklu bulunduğu Rusya’nın kutup bölgesine yakın bir cezaevinde kalp krizinden öldü… Tesadüf deyip geçelim. Mihail Hodorkosvski’yi hatırlıyor musunuz? Putin’in en esaslı muhaliflerinden birisiydi, üstelik çok zengindi… Putin’in karşısında güçlü bir rakip olduğu için 10 yıl hapisle cezalandırıldı, sonra Putin tarafından affedilip İngiltere’ye yerleşti. Şu an bir siyasi mülteci…

Rusya’da seçimler var ama özgür değil, medya devletin kontrolünde, sivil toplum kuruluşlarının çoğu da öyle. Sermaye tümüyle devlete yaslanmak zorunda, yoksa yaşama şansı verilmiyor.

Yazının Devamı

Bana göre Gebze’nin çalışkan sendika başkanları bu isimler… Tebrik ediyorum!

Siyaset kurumu Türkiye’de her şeyi yutuyor. Kurumlar aklını yitiriyor, siyasetin yarattığı girdap tüm kurumları sarsıyor, sallıyor ve ele geçirmeye çalışıyor. Türkiye’de siyaset; sivil toplumun hiçbir şekilde hayatın içine girmesine ve müdahale etmesine tahammül edemiyor. Çünkü sivil toplum nefes alır, kurumsal yapısını korursa devlet ve iktidarı bir noktaya kadar sınırlama imkânı doğar. Siyaset bunun farkında olduğu için üniversiteler, medya, dernekler, futbol kulüpleri gibi normal şartlar altında devlet dışı kurumlar olan yapıları ele geçirmeyi, bir şekilde müdahale etmeyi kendisine hak görüyor… Bu yapılardan henüz saymadığım ama belki de en önemlilerinden birisi sendikalar. Sendikalar Türkiye’de örgütlendikleri iş kollarında işçi sınıfının refahını artırmak, sermayedarın sonsuz arzu ve isteklerini sınırlamak ve iktidarın imtiyazlı alanını daraltmak gibi çok önemli işlevlere sahipler… Sarı sendika vs. tartışması yapmayacağım lakin sendikalar önemli, bunu bilmenizi isterim…

Şimdi gelelim Kocaeli’deki sendikal hayata. Gebze’de iş yapan sendika başkanları hem bir zorluğa hem de imkâna sahipler. Gebze’de çok fazla işletme ve işçi var. Böyle olunca toplu iş sözleşme dönemi çoğalıyor ama bir taraftan da patronlarla daha sık uğraşıyorsunuz… Birleşik Metal Gebze 1 Nolu Şube Başkanı Selçuk Çiftçi bir seferinde şöyle demişti, “Sendikal mücadele öyle zorlu bir hale getirildi ki, artık sözleşme yapmaya değil de banka soymaya gider gibi stratejik planlar yapıyoruz”. Bu cümlelerden şunu anlamak lazım, Türkiye’de sendikacılık tehlike altında… Az önce söylediğim siyaset, yasa ve zor yoluyla sendikal hayata türlü gerekçelerle müdahalede bulunuyor.

Gebze’deki sendikal hayatına ne görüyorum? Gebze bir işçi havzası olarak oldukça güçlü bir sendikal mücadele geçmişi var. Özellikle Türkiye çapında çok özel bir girişim olan “Gebze Sendikalar Birliği” farklı konfederasyona ve iş kollarına bağlı sendikaların bir araya gelip, farklılıklarını bir kenara bırakıp birlikte sermayeye karşı hareket ettikleri bir tecrübe. Gerçi son zamanlarda biraz yavaşlasalar da hala aktifler.

Yazının Devamı

Kocaelispor’un kaderi Alman felsefeci Immanuel Kant’ın elinde!

Batı modernleşmesinin insanı ‘özne’ olarak kabul ederek; imparatorları, kiliseyi ve dahası sıradan insanı engelleyen tüm kurumları etkisizleştirmesi tarihsel bir öneme sahip. Tüm bu süreci Kant’ın, 1784’te yazdığı “What is Enlightenment?”, yani “Aydınlanma Nedir?” makalesinden özetleyebiliriz. Kant diyordu ki, “Sapereaude!”, yani bilmeye cesaret et! Bu insanı kiliseye, imparatorlarla, kurumlara dair kışkırtıyordu. Kışkırtıcılığın temeli insanın kendi aklı yerine vekil kabul etmemesi, kendi aklını kullanması ve bu nedenle de artık geleceğini kendi planlamasına dairdi. İnsan kendi aklını kullanınca diğer etkilerden arınacak, kendi çıkarına olan şeyi çok daha açık bir şekilde görebilecekti. İnsan rüyadan, mitolojiden, hikâyeden kurtulunca apaçık, çıplak gerçekle karşılaşacaktı…

Tüm bunların Kocaelispor’la ilgisi ne diyebilirsiniz ve haklısınız da. Aslında ben ‘yine bakın ne çok şey biliyorum yazısı’ yazmak istedim, buna da Kocaelispor’u alet etmiş olabilirim. Bu günah defterime bir derkenâr olarak düşülsün… Lakin yine de bir şey söylemeye çalışıyor olabilirim. Nedense kamuoyundaki tartışmalara bakarak Kocaelispor’un geleceğini dertlenmek gerektiğini düşünüyorum. Kocaelispor şampiyon oldu ama nasıl? Bu şampiyonluğun hikâyesi şüphesiz çok özeldi ama Kocaelispor’un oynadığı futbol? Bence hiç özel değildi. Peki Kocaelispor’un mali durumu? Baştan sonu fiyaskolarla dolu ve güven vermeyen bir noktada. An itibariyle Süper Lig’deyiz ama Kocaelispor’un ismi dışında neyi Süper Lig’e hazır bunu düşünüyor muyuz? Aklını kullanmaya cesaret eden, hayal ve hırslarını bir kenara bırakmış insan Kocaelispor’a dair ne görüyor?

Kocaelispor Başkanı Recep Durul şöyle söylüyor, “Öncelikli hedefimiz Avrupa’ya gitmek. Nasıl gidersiniz, Türkiye Kupası olur, beşincilik, dördüncülük, üçüncülük olur, şampiyonluk olur. İlk hedefimiz ligde kalmak değil Avrupa’ya gitmek.” Pekâla Durul aslında ne diyor? Süper Lig’e çıkan ve tüm kadrosu yenilenmeye muhtaç, ekonomik durumu belirsiz, teknik direktörsüz, mevcut kadrodaki 4 oyuncusunun ödeme almak için ihtar çektiği bir takım Kocaelispor. Bu tabloda hakikaten başkan olarak ilk göreviniz takımı Avrupa’ya götürmek mi olmalı, yoksa ligde kalmasını sağlamak mı? İlerlemek her zaman doğrusal olarak ileriye gitmek anlamına gelmeyebilir, bazen yerinde durabilmeniz, sabit kalabilmeniz, sadece ayakta kalmanız dahi ilerleme sayılabilir. Kocaelispor’un geleceğini düşünen birileri varsa, bir yıllık Avrupa planı değil 10 yıllık Süper Lig’de kalma planı yapmalıdır. Kocaelispor Süper Lig’de kalıcı olarak ilerleyebilir, ilerleme budur. Bunun içinse sürdürülebilir bir ekonomik programa ihtiyacı vardır.

Yazının Devamı

Koç Holding ailesinin üvey çocukları: Tüpraş işçileri!

“Yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın.”(Cuma Suresi, 10. Ayet)

De te fabula narratur!' (Anlatılan senin hikâyendir) -Karl Marx

Tüpraş işçisi bir haftadır haklı mücadelesi için elinde ne imkân varsa kullanıyor. İş yavaşlatıyor, yürüyüş yapıyor, sosyal medya çalışması yapıyor kendisini anlatıyor ama bence çok hepsinden çok önemli bir şey daha yapıyor… Soru soruyor! Koç Holding her ‘akıllı’ holdingin yapacağı gibi kendi çalışanına ‘biz bir aileyiz’ diyor. İşçiler ise bu iddiayı çok basit bir şekilde tersine çeviriyor ve soruyor, “Madem aileyiz, biz neden bu haldeyiz?”

Yazının Devamı

Polise karşı bozkurt yapan gençler… İşte bu yepyeni bir şey! Peki ama neden?

Bu sefer biraz uzun oldu ama büyük sorunlar için kısa yazılar mı yazalım? Söz veriyorum, vaktiniz boşa gitmeyecek…

Bu yazıyı yazmaya başlarken İstanbul Vefa Lisesi’nin önüne polis yığılıyor, Kadıköy Anadolu Lisesi’nde ise öğrenciler oturma eylemi düzenliyor. Kocaeli’nin en iyi okullarında öğretmenler plansız bir akıl tarafından toplu şekilde yer değiştirmeye tabi tutuluyor… Lise öğrencileri belki de ilk kez bu nedenlerle politize oluyorlar. İktidarın artık bir normal hâline gelmiş ortak akıldan yoksun, buyurgan tavrını henüz 15-16 yaşlarındayken deneyimliyorlar…

19 Mart’ta İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması sonrasında Türkiye’nin dört bir tarafında demokratik haklarını kullanmak üzere sokağa çıkan halk arasında Türkiye için yepyeni bir durum vardı… Önümüzde yepyeni bir gençlik hareketi var, bunu konuşmak gerekiyor. İşin ilginç yanı sokağa çıkan gençlerin talepleri, Türkiye’nin geri kalan yaş ve kuşak sosyolojisinden farklı şeyler içeriyor, bunu anlamayan oyunu kaybedecek.

Yazının Devamı