Yazmak bir cehennem
Beyaz, bembeyaz buyurgan bir düzlük.
-Hadi bir şeyler söyle!
Boş bir sayfanın ağırlığı az şey değil. Söylemek ise sağaltıcı fakat zor bir eylem. Hele kendi dilinle söylemek, kendini söylemekse arzu, sancılar bulabilir insanı. Ama ‘ben’ denen sefaleti yatıştırmanın söylemekten başka bir yolu var mı? Aşmak için bir eşiği, sıçramak daha sonraya; söylemek şart.
Yazmak, söz gelimi; kıyının girintili çıkıntılı salınımını, yorgunluktan yatışan kış sabahlarını, tedirgin dokunuşu, incecik adımlarla içimize sızan ve yorgunluğumuzu dindiren o merhabayı anı yapabilir. Bu hiç ama hiç az şey değil.
Ama her şeye yazmak için bakmak, her şeyi yazıyla görmek bir cehennem. Bu durum belki kendimizden çıkıp, içinde bizim de olduğumuz bir anı olduğu yere kazımak isteği belki.
Dün İzmit’te gerçekleştirilen yürüyüşten yine bir pay çıktı bana. Tüm söylemler, tepkiler hepsine amenna ama ben başka bir şey buldum orada. Bir fotoğraf. Yazmaya değer bir fotoğraf.
Kırışmış, sarkmış yaşlı yüzler, dikkatimi çekmiştir her zaman. Böyle bir yüzdü gördüğüm. Heyecanla en güzel açıyı aradım fotoğrafını çekmek için. İyi kötü çektim de. İki dudağının arasındaki sigara, elinde bastonu ve sırtındaki kamburuyla oturmuş kalabalığın hemen kıyısında. İyi giyimli, elleri temiz. Gözlüğü ve saati bütünleşmiş onunla. Olmasalar eksilecek hemen. Bastonundan destek almıyor da o bastona destek oluyor gibi düşüp gitmesin diye. Sigarasından bir duman çekip derin derin soluyor sonra. Karakterli bir yüzü var. Yaşamış, yaşamış ve yüzünün her bir parçası yerli yerine oturmuş gibi. Ne geliyor gözünün önüne? Bir anıyı mı canlandırıyor? Bir şeylerin sonuna geldiği belli. Belki bir diriliğe bakmak iyi geliyor. Belki de yitip gitmenin hıncını kırbaçlıyor içinde. Ne de olsa her hikâye noksandır ve telafi edilemez.
Bu anlattıklarımın ne önemi var? Sıradanlıktan başka bir şey değil aslında. Ama dedim ya, önce onun fotoğrafını çektim. Gün gün yazacağım şimdi bunu. Böylelikle ben de katılacağım çektiğim fotoğrafa. Umarım gülümseyebilirim.