Ayın on biri her zaman ayın on biri midir?

Bilal Kavalcı

Bilal Kavalcı

Tüm Yazıları

2003 yılıydı.

27 yaşında kısa dönem askerliğimi yapmak üzere Van’ın Erciş ilçesine gidecektim. Ağustos’un on birinde birliğime teslim olmam gerekiyordu. O zamanlar, şimdiki gibi internet üzerinden bilet almak yoktu. Ben de telefonla otobüs firmasını arayıp ayın on biri, saat 04.00 için yer ayırttım. Bir arkadaşım sabaha karşı saat üçte beni evimden alarak Erzurum Otogarı’na götürdü. Otogarın içinde, yazıhanelerin bulunduğu yere girdiğimizde ortalık gecenin sessizliğine bürünmüştü. Biletimi almak için firmanın yazıhanesine gittiğimizde, yirmili yaşlarda bir delikanlıyı uyuklarken bulduk. Ben, ücretini ödeyip ayırttığım bileti almak için delikanlıyı seslendim. O, kendine gelir gelmez önündeki notlara baktı ve ayın on birine bilet ayırttığımızı, ancak bugün ayın onu olduğunu söyledi. Bir an tereddüt ettim, acaba yanlış mı geldim diye düşündüm. Yanımdaki arkadaşım ise “Hayır, bugün ayın on biri,” dedi. Delikanlı ise ısrarla, “Siz yanlış biliyorsunuz, biz otobüsçülerin günleri farklıdır,” dedi. “Biz günleri saat altıdan sonra başlatırız, yarın gelin,” diye üsteledi. Ne kadar anlatmaya çalışsak da başarılı olamadık. Anlaması ne mümkün! Verdiğim örnekler işe yaramadığı gibi, genç delikanlıyı daha da keskinleştiriyordu. En sonunda dayanamadı ve şöyle dedi: “Bugün ayın onu olabilir, on ikisi olabilir, hatta herhangi bir günü olabilir ama ayın on biri değil!”

Artık sinirden ne diyeceğimi bilemiyordum. Yanımdaki arkadaşım olayı hemen anlamıştı (her zaman benden önce anlar). “Peki,” dedi, “tamam, bugün ayın onu. Onundaki otobüste yer var mı? Delikanlı, “Evet, aynı saatteki otobüs boş. İsterseniz ayın onundaki aynı saatte, istediğiniz koltukta sizi gönderebilirim,” dedi.

Bu başımdan geçen olayla anlamıştım. Kuraların ve standartların gerçekte ne olduğunun önemi yoktu. Uygulayıcıların bunlardan ne anladığı ya da ne anlamak istediği önemliydi. (Biraz geç anladığım konusunda haklısınız )

İnsanlar birlikte yaşamaya başlayıp, sosyal ve ekonomik yönden eklemlenmesi ile birlikte kaçınılmaz olarak kurallara , standartlara ihtiyaç duymuşlardır.

Günler, saatler, uzunluk ölçüleri, trafik ışıkları, imar mevzuatları ve kanunlar – daha sayamadığım bir çok şey- , hep bir standart oluşturma çabasının ürünüdür. Bunlar, insanların neyi nasıl yapacaklarına ilişkin kurallar koyar , ve onların önlerini görebilmeleri için önceden belirlenmiş ilkeler sunar.

Bir toplumu oluşturan insanlar ve kurumlar, koyulan kuralların herkes için adil bir şekilde uygulanacağı inancı ne kadar güçlüyle, başka yollara sapmadan kuralları yerine getirmek için uğraşır, aktivitelerini ve zamanlarını yaptıkları işe harcarlar. Eğer bu inanç zayıfsa, sistem kurallara ve etkinliğe dayanmıyorsa, var olmak ve ayakta kalmak için başka yollara saparlar. Ne demek mi istiyorum? En temelden başlayalım. Çocuğunuzu okula yazdırırken, devlet hastanesinde MR sırası alırken, bir işe talip olurken, ya da yapacağınız yatırım için teşvik alırken, belediyelere yapı ruhsatı için başvurunken, aklınıza ilk gelen şey ne olur? Bu işlerin şartları mı yani kuralları mı yoksa o kurumlarda bu kuralları uygulayacak kişilere ulaşıp ulaşılamayacağınız mı? Sizin cevabınızın ne olduğunu bilmiyorum. Ama insanımızın büyük çoğunluğunun cevabının belli olduğunu düşünüyorum.

Bu durum, ekonomide ki kıt kaynakların (İş gücü ve sermaye gibi) verimli şekilde kullanılıp kullanılmadığını doğrudan etkileyen bir olgudur. İşlerini kurallara ve verimlilik esaslarına göre yapmak isteyip de uygulayıcıları ihmal edenler; buna karşılık aktivitelerini ve enerjilerini uygulayıcılara ayırıp ta işlerini ihmal edenlere göre dezavantajlı duruma düşerler.

Birinci grup, kurumlarda kanun ve prosedürlerle boğuşurken; ikinci grup, yollarına sorunsuzca devam eder. Sonuçta, dışlanan ve yarıştan kopan verimlikte etkin olan olur. Ve bütün bir ekonomi de bu olgu baş gösterirse artık tersine bir “yaratıcı yıkım “ oluşmuş demektir.

Burada kullandığım “ yaratıcı yıkım” kavramına özel bir paragraf açmak istiyorum. Bu kavram, ekonomi literatüründe; üretim faktörlerini daha verimli şekilde kullanan firmalar, bu faktörleri daha verimsiz kullananları piyasadan silerek, bir ekonomide kıt olan üretim faktörlerini verimsiz alandan verimli alana kaydırarak net faktör verimliliğini artıracağını söyler. Yani yukarda anlatmaya çalıştığım olgunun tam tersidir. Kavramlar, kelimeler gibi olmayıp, onların zıttını, yalnızca kavramı oluşturan kelimeleri tersine çevirerek oluşturamayız. Bu nedenle, benim burada anlatmaya çalıştığım olguyu, “tersine yaratıcı yıkım “olarak adlandırdım.

Burada anlattıklarıma rağmen, ben yine de otobüs firmasının yazıhanesinde çalışan o delikanlı kadar karamsar değilim. Her ne kadar çoğu zaman öyle olmasa da, bazen ayın on biri gerçekten ayın on biri olabiliyor...