Bizi birleştiren halka: SİMİT
“Diğer şehirlerimiz alınmasın ama ülkemizde odun fırınında pişmiş İzmit simiti diye bir gerçek var”
Türkiye’nin en tanınan gastronomi uzmanlarından Vedat Milor’ün İzmit simidinden işte bu sözlerle bahsetmesi, İzmit simidini biranda Türkiye’nin gündemine getirdi.
İzmit simidini ne kadar güzel ve özel olduğu söylememe gerek yok, bu kente yaşayan herkesin malumu. Peki simidin tarihini biliyor musunuz? İşte onu anlatmak da bana kalır…
Tarihimizde simit kaydını ilk kez 1593 tarihli Üsküdar Şeriye Sicili’nde görüyoruz. O dönemki ismi “halka simid” ya da “simid-i halka”…
Kayıtlara göre, 1 akçe ve 135 dirhem yani 432 gram geliyor. Bu tanımlamaya bakarak bunun simitten çok bugün özellikle Karamüsel’de yapılan simit dolması olarak bildiğimiz ürün benzeri bir yiyecek olduğu anlaşılıyor.
Günümüz simidini en çok çağrıştıran ürün ise 25 dirhemlik (80 gram) “simid halka” ise 17. yüzyılın ortalarına ait.
Osmanlı’da Fırıncılık-17. Yüzyıl adlı kitabın yazarı Mehmet Demirtaş 1651 tarihli mutfak defterinde dönemin padişahı 4. Mehmet’e sunulan günlük unlu mamuller arasında 95 adet simid halka bulunduğundan söz ediyor.
İlk kez 18. yüzyıl kaynaklarında halka-ı simid yerine sadece simid kullanımına rastlanıyor.
İzmit’e gelince ilk rastlanan kayıt 1812 Seyyid Halil Paşa Vakfıye’sinde görülüyor. Nerede olduğuna dair bilgi yok sadece zikredilen meslekler arasında simitçi olarak adı var.
Yine aynı kaynakta, 1844 – 1845 yıllarında tahrir (vergi sayım) defterlerine dayanarak Hacı Hasan mahallesinde bir ekmekçi, Akça Mescid’de bir börekçi, Tepecik’de bir tatlıcı, Hacı Hürrem ve Tepecik’de ikişer olmak üzere dört fırından söz ediliyor. Ekmekçi, tatlıcı ve börekçiden ayrı olarak bahsedildiğine göre bu dört fırının simitçi olacağını düşünebiliriz.
Bunlardan sonra simitle ilgili rastladığımız ilk bilgi, Ahmet Gül namı değer Kel Ağa’ya ait bir simit fırını. 1904 Safranbolu doğumlu. 10 yaşında İstanbul’a gidiyor ve 1918 yılına kadar fırınlarda çalışıyor, kafasında taşıdığı tepsilerde ekmek satıyor.
1918 yılında İzmit’e geliyor ve fırıncılık yapmak üzere İstiklal Caddesi’nde bir dükkan kiralıyor 1936 yılına kadar önce ekmek, daha sonraki yıllarda yufka ve kadayıf satıyor. Ahmet Gül 1936 senesinde İnönü Caddesi’nde simit fırını açıyor. Bu simit fırını, aynı zamanda Cumhuriyet döneminde İzmit’te açılan ilk simit fırını olarak biliniyor.
Bugün bildiğimiz İzmit simidinin aslında Ankara ve Adapazarı simitlerini bir karışımı. Yaratıcısı ise Sıtkı Akşener…
Sıtkı Akşener bu iki simit ekolu harmanlayarak İzmit simidinin bugünkü haline gelmesine ön ayak olan kişi.
Sıtkı Akşener’in dedesi Basri Akşener 1918 yılında Rize’den İzmit’e geliyor. Önce Çocuk Parkı’nın oradaki simit fırınında hamurkar olarak çalışıyor. Bu dönemde orada sonradan İzmit’in meşhur tatlıcısı olarak anılacak olan Mehmet Yılmaz’da hamurkar. Sonra 1933 yılında Rumlardan bir ekmek fırını devralıyor. Baç, Çınarlı Camii bölgesinde bulunan bu fırında Sıtkı Akşener uzun yıllar ekmek yapıyor. 50’li yılların başında tava simidi, halka ve galeta işine başlıyor.
Sıtkı Akşener’in kente kazandığı bir gelenek ise akşam simidi oluyor. İzmit’te ilk akşam simdi 1962 yılından itibaren satılmaya başlanıyor.
Sıtkı Akşener ile birlikte simidin yapılaş şeklide değişiyor. Tava simidi yerine taban simidi yapılmaya başlanıyor. Tava simidinde pişmeye hazır simitler fırın tepsisine dizilir ve tepsiyle birlikte taş fırına verilir. Taban simidin de ise simit önce küreğe sıralanır sonra direk olarak taş fırın tabanına bırakılarak pişirilir. Bu pişirme yöntemi ile İzmit simidi, kendine has pişirme yöntemine de kavuşmuş oldu.
Bugün İzmit simidin formu aslında iki yuvarlak halkanın birbirine sarılmış hali. Bu forma çift bağ denir. Bir dönem ise tek bağ olarak da satılmış. Bunun nedeni ise ekonomik.
Susam fiyatları artınca tek bağ ve tava simidinde daha az susam kullanılması tercih sebebi olmuş. 70 kiloluk çuvala 20 kilo susam harcanırken bu yöntem için 10 kilo susam yeterli oluyormuş. Ama kısa süre sonra tekrar çift bağ dediğimiz bugünkü modele geri dönülmüş.
Simidin tarihinin yanında “simit” kelimesinin İzmit’ten türediği yönünde de söylenen bir rivayet de malumunuz. Aslında bu doğru bir bilgi değil. İzmit’in ismi hiçbir zaman “simit” kelimesi ile benzer biz seslenişi olmadı.
Simit kelimesi, köken itibariyle Arapça’dır. İnce öğütülmüş un veya irmik sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramice’de samīdā sözcüğünün sıfatıdır. Bu sözcük Akatça aynı anlama gelen samīdu sözcüğünden alıntıdır.
Dilimizdeki simit sözcüğü sadece halka simide karşılık olarak kullanılmadı. Osmanlı İmparatorluğu’nda simit, kepeksiz un, irmik, ince bulgur, Halka şeklinde yapılan ekmek, için de kullanılmıştır.
Simit sözcüğünün birden çok karşılığa sahip olması durumu hala söz konusudur. Örneğin Anadolu’nun birçok yerinde ince bulgura hâlâ simit denilmektedir. Hatta Gaziantep’te ince bulgur da içeren ve adı simit kebabı olan bir kebap da mevcuttur.
Tabiki anlatılacak çok fırın çok usta var İzmit’te ama bizim vaktimiz ise bu kadar.
İzmit simidi bugün bir marka ise o fırınlarca çalışan hamurkârlardan, satıcısına kadar hepsinin büyük emeği var.
İşte meşhur İzmit simidinin kısa öyküsü de böyle.
Bugünlerde pek kalmadı ama eskiden mani söyleyerek ellerindeki tablalarla simit satanlar olurdu. İzmit’te simitçilerin bir dönem en sık söylediği mani ile bitilelim kısadan hisseyi.
“Eskişehir unundan
Yeni çıktı fırından
Çene suyundan”