Dostluk… Yüzyıllardır en saf duygu diye anlatılır ama en çok kirlenen kavramlardan biridir. Dillerde yüceltilir, kalplerde özlenir, hayatın içinde ise çoğu kez menfaatle karışır. “Çıkar” denince akla hemen para gelir ama mesele bundan çok daha derindir. Duygular da bir tür çıkar ilişkisidir; anlaşılmak, sevilmek, değer görmek… Hepsi, insanın iç dünyasında bir “karşılık arayışı”dır. İnsanoğlu, verdiğini bir yerden almak ister. Sevginin bile içinde, farkında olunmasa da bir beklenti gizlidir. Bu yüzden, saf ve çıkarsız dostluk arayışı çoğu zaman bir masal gibidir; güzel ama gerçekleşmesi imkânsıza yakın bir düş.
Gerçek dostluk, aslında insanla değil, Allah’la mümkündür. Çünkü yalnız O, karşılıksız sever. İnsan seni faydan kadar sever; Allah ise sırf sen “varsın” diye. O’na kendini ispat etmene gerek yoktur; zaten seni senden iyi bilir. İnsan dostluğu, zamanla sınanır; ilahi dostluk, zamanın dışında var olur. İnsanın sevgisi koşullara bağlıdır, Allah’ın sevgisi varoluşa. Bu yüzden, insan dostluğunda kırgınlık olur, ilahi dostlukta sükûnet.
Psikolojide dostluk, bir tür aynalanmadır. İnsan, dostunda kendini görür, kendi parçalarını onda tamamlar. Bu yüzden, dostluk aynı zamanda bir ihtiyaçtır. Ama her ihtiyaç gibi bu da çıkarla iç içe geçer. Kimi yalnız kalmamak için dost arar, kimi anlaşılmak, kimi de birilerine ait olmak için. Her durumda bir “benlik doyumu” gizlidir. İşte o yüzden çıkarsız dostluk, insanın doğasına aykırıdır. Ancak Allah’a yönelince bu denklem bozulur. Çünkü O, seni senden kurtarır; ego değil, ruh konuşur.