Trump: Kaosun Mimarını Anlamak
Trump’ı anlamak kolay değil; çünkü o, hem satranç tahtasındaki vezir hem de tahtayı tekmeleyen çocuk. Bir gün Wall Street’in dilini konuşuyor, ertesi gün Twitter’dan Pentagon’a ders veriyor. Kimilerine göre kahraman, kimilerine göre felaket. Gerçekte ise Trump, sistemin kendine tuttuğu aynadır; yamuk, parlak ve tehlikeli.
O, Amerika’nın bastırılmış egosunun vücut bulmuş hâlidir. “Amerika’yı yeniden büyük yapacağım” dediğinde aslında şunu diyor kanımca: Benim egomu tahta çıkarın. Ama burada bir sır var: Ego bazen bir ülkenin kimlik krizini örter. Halk onu deli cesaretiyle alkışlarken, akıl sahipleri bir laboratuvar patlamasını izler gibi tedirgin.
Trump, klasik politikacıların aksine kural kitabını okumuyor; çünkü kitabı kendisi yazmak istiyor. Diplomasiye “müşteri ilişkileri yönetimi” gibi yaklaşıyor. Birleşmiş Milletler’e bir holding toplantısı havası katıyor. Öyle ki bazı liderler onunla tokalaşırken sanki “satın alacak mı, dava mı edecek?” diye düşünüyor. Mizah gibi görünebilir ama bu onun gücü: ciddiyeti absürtlüğe dönüştürmek, sonra o absürtlüğü strateji diye pazarlamak.
Psikolojik olarak Trump, duygularını bastırmak yerine sahneye çıkaran bir karakter. Bastırılmış hiçbir şey yok; aksine her şey dışa taşmış. Bu, onu sıradan bir narsist olmaktan çıkarıp bir “toplumsal aynaya” dönüştürüyor. Çünkü halk da bastırılmış duygularını onda görüyor: öfkesini, korkusunu, sistem yorgunluğunu. “Kitle psikolojisi, bazen bir liderin kusurlarına âşık olur.”
İstihbarat açısından Trump tam bir muamma. CIA için “dosyası açık ama niyeti kapalı” bir profil. Gizli servisler onun sabah attığı tweet’leri analiz ederken, bazen “bu bir strateji mi, sinir krizi mi?” diye tartışıyordur sanırım. Fakat işin garibi şu: Trump bazen gerçekten kriz yaşarken bile stratejik etki üretebiliyor. “Kaos, zekânın gizlenmiş hâlidir” derler ya o bunu içgüdüsel olarak biliyor olabilir.
Ulusal güvenlik cephesinde ise Trump, Washington’un kutsal ineklerine dokunuyor sürekli. NATO’yu sorguluyor, CIA’ya parmak sallıyor, Pentagon’u fırçalıyor. Bir Amerikan başkanı, ilk defa devleti yöneten derin akla meydan okuyor. Bu, ulusal güvenlik için bir risk ama aynı zamanda sistemin sinir testi bir yerde. “Devletin damarına basmak cesaret ister; ama o damar yanlışsa, bastığın yer tarih olur.”
Ekonomik olarak Trump bir işadamı, ama ekonomiyi piyasa dengeleriyle değil, duygularla yönetiyor. Vergileri indirirken borsayı değil, seçmeni düşünüyor. Çin’e karşı ticaret savaşı açıyor ama o savaşın asıl cephesi ekran başındakiler oluyor: halkın gururu. Çünkü Trump’ın ekonomisinde mantık ikinci planda, milliyetçi duygular birinci. “Para, Trump için amaç değil, alkışın ses ölçeridir.”
Psikolojik harp yönünden bakarsak: Trump, çağın en sofistike manipülatörlerinden biridir bence; belki bilerek, belki içgüdüsel. Gerçeği değiştirmek yerine algıyı yönetmeyi deniyor. “Fake news” diyerek medya güvenini yerle bir ediyor. Böylece kendi kalesini kuruyor: inanç gazetelerden değil, tweet’lerden sağlanıyor. Bir anlamda post-truth çağının başmüellifidir.
Felsefi olarak ise Trump, Nietzsche’nin “üstinsan” fikrinin reality-show versiyonu gibi. “Tanrı öldü” diyen çağın çocuğu değil; Tanrı’yı reytinge bağlayan çağın babası. Gücü kutsallaştırıyor, zaferi etikle değil etkileyicilikle ölçüyor. “Haklı olmasan da sesin gür çıksın, çünkü sessizlik artık inandırıcı değil.” Bu cümle onun siyaset felsefesinin özeti olabilir bence...
Ama mizahın en acı tarafı şu: Trump bazen haklı. Sistem gerçekten çürümüş. Sadece onu tamir etmeye çalışmıyor; yerine aynısını ama altın yaldızlısını koymayı deniyor. Onu anlamak için ideoloji değil, psikoloji gerektiği kesin. Çünkü o, politikadan çok insan doğasına oynuyor. “Halkı kandırmak kolaydır; yeter ki ona önce inanma şansı ver.”
Sonuçta Trump bir kişi değil, bir dönüm noktasıdır. Demokrasiye ayna tuttu ve çatlakları gösterdi. Fakat o aynayı öyle salladı ki, bazıları yansımayı değil, kırıkları gördü. Trump devri bitti mi? Hayır, çünkü Trump bir isim değil, bir çağın ruhu: gürültülü, öfkeli, gösterişli ve yalnız.
Ve belki de en trajikomik cümle şu olur: “Trump, modern çağın en dürüst sahtekârıdır.” Çünkü o, bunu gizlemiyor; aksine markalaştırıyor.