Tabela Terörü: Kentlerin görsel hafızasını kim öldürdü?
Bir kente girdiğinizde sizi karşılayan ilk şey ne olmalı? Tarihi dokunun dinginliği, gökyüzüne
uzanan bir siluet, düzenli sokaklar, estetik bir ahenk… Bizde ise çoğu zaman ilk göze çarpan şey;
devasa tabelalar, çığlık atan neon ışıkları ve birbirini bastırmaya çalışan düzensiz panolar oluyor.
Şehirlerimiz, sanki kimliklerini unutmuş; her köşesi bir başka işletmenin bağıran yazılarıyla
kaplanmış. Bir zamanlar taş duvarların, ahşap kepenklerin, kemerli pencerelerin olduğu yerde
bugün rengârenk plastik levhalar var. İnsan bazen, bir şehirde değil de dev bir reklam panosunun
içinde yaşıyor hissine kapılıyor.
Görsel Kirlilik mi, Kültürel Tahribat mı?
Sorun yalnızca estetik değil. Tarihi bir yapının üzerine iliştirilmiş ucuz bir tabela, sadece gözü
rahatsız etmiyor; aynı zamanda kolektif hafızamızı da bozuyor. Çünkü kent dediğimiz şey yalnızca
binalardan ibaret değil; geçmişin, kültürün, hafızanın bir yansıması. O hafızanın üzerine
yapıştırılmış her tabela, aslında birer tahribattır.
Düzenin Olduğu Şehirler
Avrupa’da, Asya’da, dünyanın pek çok kentinde tabela kullanımı sıkı kurallara bağlı. Paris’te
Champs-Élysées boyunca yürürken görürsünüz: mağazalar tabelalarıyla değil, vitrinleriyle kendini
anlatır. Viyana’da ya da Prag’da tarihi binaların cephesine gelişigüzel tabela çakmak kimsenin
aklından geçmez. Çünkü orada kent estetiği, bireysel hırsların üstünde bir değer olarak kabul edilir.
Bizde ise tam tersi: “Kim daha çok bağırırsa, kim daha çok ışık saçarsa o kazanır.” Ve olan şehrin
kimliğine, yaşayanların huzuruna olur.
Ruh Sağlığımızı Da Bozuyor
Tabela terörü yalnızca göze değil, ruha da saldırıyor. Sürekli renk, ışık ve yazı bombardımanına
maruz kalan zihin, farkında olmadan yoruluyor. Yürüdüğünüz sokaklarda huzur yerine karmaşa
hissediyorsunuz. Bir kentin insana güven, sakinlik ve estetik zevk vermesi gerekirken; bugün
şehirlerimiz, kaotik bir görsel saldırıya dönüşmüş durumda.
Çözüm: Estetik Bir Vicdan
Peki ne yapılmalı? Öncelikle, tabela meselesini sadece belediyelerin değil, toplumun ortak meselesi
olarak görmek gerekiyor. Çünkü kent estetiği, ortak yaşam kültürünün bir parçasıdır. Belediyelerin
denetim yapması şart; ama esas mesele, işletmelerin de şunu anlaması: Gösteriş, uyumun yerine
geçemez.
Bir tabelanın büyüklüğü değil, bir kentin bütünlüğü önemlidir.
Sonuç
Tabela terörü, belki küçük bir ayrıntı gibi görünüyor. Oysa bu küçük ayrıntı, şehirlerimizin ruhunu
kemiren en büyük yaralardan biri. Bugün susarsak, yarın şehirlerimiz tabelaların değil, insanların
kaybolduğu labirentlere dönüşecek.
Şehir dediğimiz şey, aslında hepimizin yüzüdür. Sormak lazım: Bu yüzü gerçekten neon ışıklarla mı
görmek istiyoruz?