Oğlunu Eş Gibi Seven Anneler: Jocasta Sendromu ve Duygusal Ensest Üzerine
Bazı sevgiler büyütmez, boğar. Özellikle anneliğin kutsanıp sınırsızlaştığı toplumlarda, duygusal
boşluklar oğulların üzerinden telafi edilmeye çalışıldığında ortaya çıkan ilişki biçimi sağlıklı
değildir. Adı var: Jocasta Sendromu.
Bir Annenin Sevgisi Nerede Biter?
Toplum olarak annelik sevgisini kutsallaştırırız. Ancak bu sevgi, bazen sınırları aştığında başka bir
şey olur: boğucu, kıskanç, sahiplenici bir bağlılığa dönüşür. Özellikle eşinden duygusal ya da cinsel
tatmin alamayan kadın, bilinçdışı düzeyde oğlunu eş yerine koymaya başlar. Bu, sadece psikolojik
bir travma değil, aynı zamanda toplumsal bir norm hâline gelmiş durumda.
Psikolojide bu duruma Jocasta Sendromu deniyor. Adını Antik Yunan mitolojisinde Oidipus’un
annesi Jocasta’dan alıyor. Bugün, bu sendrom Türkiye gibi ataerkil kültürlerde oldukça görünür
durumda, ancak neredeyse hiç konuşulmuyor.
Duygusal Ensest Nedir?
Duygusal ensest, fiziksel temas olmaksızın, ebeveynin çocuğuyla kurduğu aşırı derecede
sahiplenici, bağımlı ve mahremiyet sınırlarını aşan bir ilişkidir. Bu ilişki biçimi:
• Çocuğun bireyselleşmesini engeller,
• Psikolojik bağımlılığa yol açar,
• İleri yaşlarda sağlıklı romantik ilişki kurmayı zorlaştırır.
Bu durumu yaşayan erkek çocuklar, yetişkinlikte ya annelerine benzer eşler arar ya da hiçbir kadına
bağlanamaz. Çünkü "ilk aşkı" hâlâ evdedir: annesi.
Toplumun Rolü: Meşrulaştırılmış Patoloji
Sünnet düğünlerinde annelerin “gelin gibi” hazırlanması, annelerin oğullarını "aşkım", "hayatım"
gibi kelimelerle çağırması ya da “Oğlumu kimselere yar etmem” şeklindeki söylemler… Bunların
hepsi, duygusal ensest ilişkisinin kültürel kılıfa sokulmuş halidir.
Toplum bu bağlılık biçimini ödüllendirir. Hatta "ne kadar bağlı anne" diye över. Oysa bu, çocuğun
bireyliğini örseleyen, sağlıksız bir ilişki biçimidir.
Bu Bir Kadın Meselesi Değil, Toplumsal Travma
Burada yalnızca kadınları suçlamak kolaycılık olur. Asıl mesele, kadınların eşlerinden görmediği
sevgiyi çocuklarından telafi etmeye mecbur kalmasıdır. Bu da toplumsal cinsiyet rollerinin, evlilik
kurumunun ve kadın kimliğinin yeniden düşünülmesini gerektirir.
Ne Yapmalı?
• Farkındalık: Duygusal ensest bir “anne şefkati” değil, bir psikolojik sorundur. Bu konuda
toplum bilgilendirilmelidir.
• Sınır Eğitimi: Ebeveynlikte duygusal sınırların önemi ailelere öğretilmelidir.
• Terapi ve Destek: Aile terapileri ve bireysel danışmanlık süreçleri yaygınlaştırılmalıdır.
Çocuğunu sevmek ayrı, onu kendi yalnızlığının ilacı yapmak ayrıdır. Sevgi, sınır tanımayan değil; sınırlarına saygı duyulan bir ilişkidir.