Sosyal medya illüzyonu: Vitrindeki hayatlar, gerçeklerin gölgesi

Sosyal Medya İllüzyonu: Vitrindeki Hayatlar, Gerçeklerin Gölgesi

Sosyal medya, 21. yüzyıl insanının hayatını sergilediği en büyük sahne haline geldi. Bu sahnenin en
parlak köşesi kuşkusuz İnstagram. Orada herkes mutlu, herkes başarılı, herkes hayatını dolu dolu
yaşıyor gibi görünüyor. Yazlık evlerden paylaşılan gün batımı fotoğrafları, yeni alınmış arabaların
direksiyon başı pozları, lüks restoranlarda çekilen sofralar… Sanki bütün bir toplum, sınırsız refah
ve mutluluk içinde yaşıyormuş gibi.

Ama bu görüntü, gerçeğin kendisi değil. Aslında Instagram, bir vitrin. Vitrinde gördüklerimiz,
çoğunlukla seçilmiş, filtrelenmiş ve parlatılmış karelerden ibaret. Fransız düşünür Guy Debord’un
Gösteri Toplumu kavramı burada bütün açıklığıyla karşımıza çıkıyor: Hayatın kendisi değil, onun
cilalanmış temsili öne çıkıyor. Bir bakıma mutluluk da, başarı da, zenginlik de bir “gösteri”ye
dönüşüyor.

Seçicilik ve Sosyal Baskı

İnsanlar günlük hayatlarının sıradan ya da sıkıntılı anlarını paylaşmıyor. Daha çok gurur duydukları,
övünebilecekleri ya da en azından başkalarının imrenmesini sağlayacak anlarını öne çıkarıyorlar. Bu
durum zamanla toplumsal bir baskıya dönüşüyor. “Herkes mutlu görünüyorsa, ben de mutlu
görünmeliyim” duygusu ağır basıyor. Bu nedenle birey, mutsuz olsa bile kendisini mutluymuş gibi
sunmaya çalışıyor. Ortaya çıkansa sahte bir mutluluk kültürü oluyor.

Algı ile Gerçeklik Arasındaki Mesafe

Bu vitrin, toplumsal eşitsizlikleri de maskeleyebiliyor. Birkaç kişinin lüks hayatı, çoğunluğun
yaşadığı ekonomik sıkıntıları gölgede bırakıyor. Böylece toplumda yanlış bir algı oluşuyor: Sanki
herkesin hayatı pürüzsüz, herkesin maddi imkânları geniş. Oysa gerçek tam tersine işaret ediyor.
Büyük bir çoğunluk geçim sıkıntısıyla boğuşurken, vitrindeki parıltılı kareler gerçeği perdeleyen bir
yanılsama yaratıyor.

Psikolojik Etkiler

Bu illüzyonun bireyler üzerindeki etkisi hafife alınacak gibi değil. İnsanlar ekranlarına baktıkça şu
duyguya kapılıyor: “Herkes mutlu, bir tek ben mutsuzum.” Psikoloji literatüründe “sosyal
karşılaştırma” olarak bilinen bu durum, bireylerde özgüven kaybına, yetersizlik hissine ve
huzursuzluğa yol açıyor. Özellikle genç kuşaklarda “başkalarının hayatı benimkinden daha iyi”
duygusu, mutsuzluğu derinleştiriyor. Bunun sonucunda depresyon ve kaygı bozuklukları gibi
sorunlar daha görünür hale geliyor.

Toplumsal Yansımalar

Sosyal medyanın sunduğu bu vitrinsel gerçeklik, bireysel mutsuzluğun ötesinde toplumsal etkiler de
yaratıyor. Bir yanda toplumun geniş kesimleri ciddi ekonomik sıkıntılarla uğraşırken, diğer yanda
vitrindeki ışıltılı hayatlar “sosyal adalet” duygusunu zedeliyor. İnsanlar arasında öfke, kıskançlık ve
umutsuzluk duyguları büyüyor. Böylece sanal mutluluk, gerçek hayatta huzursuzluk üretiyor.

Hakikatin Peşinde

Peki, bütün bunların karşısında yapılması gereken nedir? Öncelikle sosyal medyada gördüğümüz
hayatların bütün bir gerçekliği yansıtmadığını hatırlamak gerekiyor. Mutluluk, filtrelenmiş karelerde
değil; gündelik hayatın sade ve sıradan anlarında da bulunabilir. Ayrıca bireylerin, mutlu görünme
baskısına karşı kendi kırılganlıklarını ve gerçek duygularını ifade edebilme cesaretini geliştirmesi
büyük önem taşıyor.

Sonuç

Instagram bize bir toplumun vitrindeki parıltısını gösteriyor; ama vitrinin arkasındaki dağınıklığı
gizliyor. Hakikat, çoğu zaman bu iki yüz arasındaki mesafede saklı. Sosyal medya illüzyonunun
büyüsüne kapılmadan yaşayabilmek, hem bireysel huzurumuz hem de toplumsal sağlığımız için
kritik bir eşik.

Belki de artık asıl cesaret, vitrindeki ışıklara kapılmadan, vitrinin arkasındaki karanlığa
bakabilmekte saklıdır.

Hakan Çolak İnstagram
SON DAKİKA HABERLERİ

Dr. Hakan Çolak Diğer Yazıları