Hayatın iki günü
Hayatın İki Günü
“Hayatınızdaki en önemli iki gün; doğduğunuz gün ve neden doğduğunuzu anladığınız gündür.”
— Mark Twain
Bazı cümleler vardır ki, insanın içinde yankılandığında bir daha susmaz. Sözcüklerin sınırlarını
aşar, insanı kendi varlığıyla yüzleşmeye davet eder. Bu söz de öyle… Çünkü doğmak yalnızca
biyolojik bir gerçeklik değil; insanın hikâyesinin ilk satırıdır. Ama her hikâye gibi, asıl değerini neyi
anlattığı ve hangi soruya cevap verdiği belirler.
Doğduğumuz gün, bize verilmiş ilk ve en somut armağandır: Zaman. Henüz hiçbir şey bilmeyiz;
dünyanın renkleri, kuralları, acıları ve güzellikleri bize tamamen yabancıdır. Bir bebek çığlığıyla
açılır perde; sahnede rolümüzün ne olduğunu bilmeden yerimizi alırız. Zaman ilerledikçe bu
armağan hem değer kazanır hem de eksilir. Takvim yaprakları sessizce düşerken çocukluğun
masumiyetinden gençliğin telaşına, oradan da olgunluğun derin farkındalığına yürürüz. Ama bu ilk
gün, yalnızca yaşamın ham maddesini sunar. Onu işlemezsek, hayat su gibi akıp gider ve bir daha
geri gelmez.
Ve bir gün gelir… Bazen beklenmedik bir kayıpla, bazen içten bir tebessümle, bazen de büyük bir
başarıyla kapımız çalınır. O an, neden yaşadığımızı anlarız. Bu fark ediş kimi zaman bir şimşek gibi
çakar; kimi zaman da yılların sessiz birikimiyle ağır ağır belirir. Bir öğretmenin öğrencisinin
kaderini değiştirdiğini anladığı gün… Bir doktorun kurtardığı bir hastanın gözlerindeki minneti
gördüğü an… Bir sanatçının eserinin bir başkasının yüreğinde gözyaşına dönüştüğü saniye… İşte o
anda hayat, artık yalnızca “günler toplamı” olmaktan çıkar; bir yön, bir hedef, bir sebep kazanır.
İlk gün ile ikinci gün arasında geçen süre, bazen yıllar, bazen onlarca yıl sürebilir. Bu süreç, kim
olduğumuzu, neye değer verdiğimizi, hangi acılara ve sevinçlere bağlandığımızı anlamamız için bir
eğitimdir. Yolculukta savruluruz, yoruluruz, yanlış yollara gireriz, geri döneriz. Ama her sapma, her
durak, anlamın dokusuna işlenir. Çünkü “neden” sorusunun cevabı, çoğu zaman defalarca
sorulmadan ortaya çıkmaz.
Hayatın bu iki günü birbirini tamamlar. İlki, “var olduğunuzu” söyler; ikincisi, “neden var
olduğunuzu.” Biri hediye, diğeri keşiftir. Ve bu iki günü birleştirdiğinizde, attığınız her adım,
verdiğiniz her karar, taşıdığınız her sorumluluk anlamın rengini taşır.
Unutmayın ki ilk gün sizin iradenizin dışında gerçekleşir; ama ikinci gün cesaret ister. Kendinize
dürüstçe bakabilme cesareti… Yanlış yönlerde gittiğinizi kabul edip yeniden başlayabilme
cesareti… Anlamı bulduğunuzda, onu savunabilme cesareti… Çünkü “nedeninizi” bilmek, hayatı
kolaylaştırmaz; aksine, sizi artık görmezden gelemeyeceğiniz bir sorumluluğa çağırır.
Hayatın ilk günü bize zamanı, ikinci günü ise yönü verir. İlki şanstır; ikincisi seçim. Ve insan, ancak
bu iki günü bir araya getirdiğinde, kendi hikâyesinin hem yazarı hem kahramanı olur.