Yıkıcılık: Güzelin dışındaki sanat

Bir sanat eserine bakarken çoğu zaman güzelliğin bir tür “doğal merkez” olduğunu varsaymaya yönelimi gösterilir. Bir resme, bir heykele ya da bir şiire yöneldiğimizde, sanki ilk ölçütümüz hep aynıymış gibidir: “Güzel mi, değil mi?” Oysa sanatın dünyası güzellikten çok daha geniş bir yelpazeye sahip. Yücelik, mizah, trajedi, ironi, hatta yıkıcılık. Ve bunların bir çok sanat eserinde güzellikten daha yoğun biçimde kullanıldığını görüyoruz.

Gündelik dilimizde bile bu ayrımları yapıyoruz. “Bu resim güzel değil ama çok görkemli.” ya da “Güzel sayılmaz ama hoş bir havası var.” gibi ifadeler, aslında estetik deneyimimizin ne kadar katmanlı olduğunu gösteriyor. Güzelliği ise hep ayrı bir yere koyuyoruz; sanki diğer tüm estetik nitelikleri gölgede bırakan, onlardan üstün bir değer gibi. Bir sanat eserinde “olsa iyi olur” değil de “olması gerekir” gibi düşündüğümüz bir ideal.

Peki bu yaklaşım ne kadar tutarlı? Eğer yüce, komik ya da trajik olan her şey güzelin bir alt türüyse, o zaman bir eserde önce güzelliği aramamız gerekmez miydi? Yüce olanın, komik olanın, etkileyici olanın hep güzelin içinden türüyor olması beklenmez miydi?

Bir sanat eserini hiç tereddüt etmeden hem yüce hem komik olarak nitelendirebiliyoruz. Hatta bazen bir eserin trajik, dokunaklı, gürültülü, hatta yıkıcı olduğunu… ama güzel olmadığını söylediğimiz de oluyor. Hem de bunu küçümseyerek yaptığımız zamanlar kadar, hiçbir küçültme amacı taşımadan, tamamen doğal bir tespit olarak yaptığımız anlar da var.

Belki de sorun, güzelliği estetiğin merkezine yerleştirme ısrarımızda. Güzelliği, sanatın tek meşru hedefi gibi görme alışkanlığımızda. Oysa sanat, güzelin etrafında dönen dar bir çember değil; bambaşka duygulara, etkilenme biçimlerine ve ruh hallerine açılan geniş bir alan. Güzelliği tahtından indirmek değil mesele; sadece onu, sanatın erişebileceği yüzlerce estetik deneyimden biri olarak yeniden düşünmek…

SON DAKİKA HABERLERİ

Melih Can Şenol Diğer Yazıları