Çöküş ve yeniden doğuş

Dostoyevski, insan ruhunun karanlığında kaybolan inançların yeniden doğuşu meselesinin ne kadar yaşamsal olduğunu çok iyi biliyordu. Ona göre bu yeniden doğuş, dışsal bir otoriteye veya soyut bir öğretinin rehberliğine değil, kişinin kendisini cesaretle anlatmasına bağlıydı. Yeraltından Notlar’ın o ünlü satırlarında geçen “Dürüst bir insan büyük bir zevkle neyden söz edebilir? Yanıt: kendinden. Öyleyse kendimden söz edeceğim” ifadesi, işte tam da bu gerekliliğin altını çizer.

Nietzsche’nin “Kendinden hiç söz etmemek, çok soylu bir ikiyüzlülüktür” sözü de aynı içsel hesaplaşmanın bir başka karşılığıdır. Her iki düşünür için de insanın kendi benliği üzerine konuşması, yalnızca bir itiraf eylemi değil; bir varoluş sınavıdır.

Dostoyevski’nin gençliğinde Belinski çevresinde benimsediği inançlardan eser kalmamıştı. Ne var ki, inançlarını yalnızca terk etmekle yetinmedi; bir zamanlar taptığı değerleri adeta parçalayarak, onlara karşı öfkesini açıkça sergiledi. Eski inançlarını sadece reddetmek değil, onları aşağılamak ve çamura bulamak, onun yeniden doğuşunun dramatik sahnesiydi.

Benzer bir kader Nietzsche’de de görülür. Gençlik idealleri ve hocalarıyla yaşadığı ayrılığın sarsıntısı, yalnızca fikirsel bir kırılma değil, derin bir acının izlerini taşıyan bir kopuştur. Dostoyevski’nin “inançların yeniden doğuşu”, Nietzsche’de “tüm değerlerin yeniden değerlendirilmesi” olarak karşımıza çıkar; fakat iki süreç de benliğin kökten bir dönüşüm geçirmesini işaret eder.

Gençlik ideallerine saldıran, öğretmenlerini çamura bulayan bu iki figürde görülen öfke, yalnızca kişisel bir hesaplaşmanın değil, modern insanın yazgısının bir yansımasıdır. İnançların yitiminden sonra geriye dönmenin imkânsızlığı, yeniden doğma arzusunun şiddeti ve bütün bunların içsel bir yaşama isteğine dönüşmesi… Evet, korkunç... Ama başka bir yol varmı?

SON DAKİKA HABERLERİ

Melih Can Şenol Diğer Yazıları