İnsanlar nasıl büyür?

İnsanlar Nasıl Büyür?

Morrissey ‘in çok sevdiğim bir şarkısıdır.

“Zaman harcıyordum, aşık olmak istiyordum, hayal kırıklığı kemiklerimi öyle bir -adeta-kırdı ki, işte insanlar böyle büyür,

Sadece kendimi düşünerek hayatımı harcıyordum– sadece kendini, ona ait olanı düşünen kör yaşar malum-, derken ölüm yatağında olan biri bana "Hayatta başka acılar da var, trafik kazasında belin kırılır ve sakat kalırsın ömür boyu mesela" dedi. Evet hayatta istediğin şeyi alamamaktan daha kötü şeyler var-bir gün bunu anlarsın ve insanlar işte böyle büyür.”

Hayatımızı-ölmeden önce- hiç değilse biraz yaşayalım bence de. Ama kendimizi, bize ait olanı, hayatımızı sevmemiz gerek önce. Bunların değerini bilmek önemli. Sadece kendini ve sana ait olanı sevmek mutlu olmaya yetmez tabii ama bu olmadan da başka birini sevemezsin. Bir nevi başlangıç noktası yani.

Peki nasıl seveceksin kendini?

Kıskançlık yüzünden cennetten kovulmuş bir türün – Old Testament King James versiyonundaki gibi;cennette nedense bulamayacağını düşündüğü bir şeyi vaat eden meleğin- peşinden düşerek, hem bu büyük kusurun ve hem de doyumsuzluğun lekesini nesilden nesile taşıması beklenmedik bir şey değil elbette. Ama bu milyon yaşındaki lekeden kurtulmadan, insanlar kendilerini ve sahip olduklarını sevemiyor tam anlamıyla. Kibir ve narsisizm de kendini sevmek için ömür tüketici bir çaba. Sevebiliyorlar mı gerçekten kendilerini peki? Bunu ancak birini doğru şekilde sevebildiklerinde söyleyebiliriz ki bu çok az olur ve o zaman da zaten, narsist ya da hastalıklı bir kibire sahip olamazlar artık. Şifa olan sevmek böyle bir şey.

Öğrendik , emek verdik, kendimizi sevdik, küçük ailemizi sevdik, sevdiceklerimizi ve ülkemizi çok sevdik. Peki üzerine düşen tüm öğrenme, sevme ve eyleme geçme görevlerini yaptıktan sonra, artık tam anlamıyla büyümüş olan insan ne yapar?

Hak ettiği gibi hayatın keyfini çıkarır elbette.

Ama hayatlarımız için her şeyi doğru yaparken, dışarlak bug'lara, liken türü yaşamlara, türlü yapışkan ve bir türlü bırakMAyan parazitlere de maruz kalabiliriz. Bunlar, hayal ettiğimiz ve uğruna çabalayarak kendimizi büyüttüğümüz hayatın tadını çıkarmamıza engel olan virüsler, engeller, arızalar. Bazen hayatımızı kapkaranlık çevreler ve haksızca karartırlar.

Virütik, Mutsuz, Doyumsuz, Zararlı Yaşam Formları Etrafımızı Sardığında

Hayat da aynı vücudumuz gibi, virüslerle savaşmaya başlar önce. Antikorlar üretir. Antikorlar ve bağışıklık sistemimiz zararlı organizmalarla kıyasıya savaşır. Kısmi kayıplar da olsa, zor da olsa genelde bu savaşı kazanırız. Savaş kaçınılmazdır çünkü bu savaşı kaybedersek, ölürüz.

Ama bazen uzun bir süre ne ile savaş halinde olduğumuzu anlayamayız. Uzun süre, minör darbeler minik yumruklarla karşılanır ama zararı çok büyük değil diye dikkate almayız.

Zaten üzerimize düşen görevleri yapıyoruzdur. Bunu yapıyoruz diye küçük hesapları yapmayı ucuz buluruz. Odağımız makrodur. Ve bu doğru bir yaklaşımdır.

Ama bazen...

Bazen bu yapışkan kötücül karartı bizi hareket edemez hale getirir. Etrafımız sarılmış gibi hissederiz ve öyle de olabilir pekala. Hareket kabiliyetiniz ve özgürlüklerini azaldıysa örneğin, bunlar önemli işaretlerdir.

Ama bu kötücül karartı bizi hareket edemez hale getirebilir. Mobilite şansınız, özgürlükleriniz azaldıysa, yaşam kaliteniz düşüyorsa örneğin, bunlar çok önemli işaretlerdir. Eskiden olan bir şey neden yok olsun? Daha iyi olmasını beklediğiniz ve uğruna onca yıl çalıştığınız hedefler- hep ileri!- neden olduğundan daha uzak görünsün? Neden?

Baskılar, emek verip karşılığını alamamak, konuşma özgürlüğünüzün, tercih özgürlüğünüzün elinizdeymiş gibi göründüğü ama ekonomik, politik, sosyolojik bir daralmaya maruz kaldığı, ülkülerinizin, hedeflerinizin, ufukta uzaklaşan bir bulut gibi olduğu zamanlar berbattır. Bunun için çalışmadık ki biz. İnsanlar ülküleri, hedefleri ve sevdikleri için yaşar, uğraşır, emek verir bir yaşam boyu...Bedeli ağır olan hedefler, ülküler için ömür verirler.

Örneğin üniversite sınavı ile okumak istediği bölüme girmeye çalışırken saçlarını, gözlerinin berrak görüşünü kaybeden arkadaşlarım oldu benim.

Bunu anlayabiliyor mu bazı insanlar acaba?? Emek... Bir hayat için, yıllarca- on yıllarca- emek veriyoruz...
Bunca emeğe rağmen, hak ettiğimiz tüm iyi şeylerin uzaklaştığını gördüğümüzde ne yapmamız gereklidir peki? Büyümüş insan artık kendini kandıramaz,; günlük eğlenceliklerle, boşboğazlıklarla zihnini dağıtamaz, olan biten pespayelikleri görmezden gelemez artık.

"Her şey bir arada olmaz" Elbette. Ve şükretmek iyidir. Kabul... Ama hangi aklı başında insan, çalışıp yorularak, öğrenerek, gitmek istediği yere giden bir treni sürdürmeye çalışırken var gücüyle, o trenin bir süre sonra geri giden bir tren olduğunu fark edip şükredebilir?

SON DAKİKA HABERLERİ

Dilek Tosun Diğer Yazıları