Sareli köyün kabalcıları

Bir milletin en büyük felaketi, aklın ve vicdanın yerine kör teslimiyetin geçirilmesidir. Tarikatlar, ilk bakışta bir “maneviyat yuvası” gibi görünür; insanı Allah’a yaklaştırdığını, gönül terbiyesi verdiğini söylerler. Oysa çoğu, ruhu değil, cüzdanı temizlemeyi hedefleyen; imanla değil, itaatle beslenen yapılar haline gelmiştir.

Bugün ülkemizin dört bir yanında, sözde “şeyhler”, “mürşitler” ve “efendiler” insanları Allah'a değil, kendilerine kul etmektedir. Kuran’ın “düşünmez misiniz?” çağrısına inat, “düşünme, teslim ol” diyen bir zihniyet hâkimdir. Bu teslimiyetin adı artık maneviyat değil, istismardır.

İlk adımda seni sevgiyle karşılarlar, “kardeşlik”, “sohbet”, “zikrullah” derler. Ancak farkına varmadan seni sorgulayan değil, itaat eden bir varlığa dönüştürürler. Zamanla düşünmezsin, sadece “efendi ne derse” ona inanırsın. Çünkü orada sorgu yasaktır, akıl küfür sayılır.

İşte tam da bu yüzden, bilim durur, sorgu ölür, insan robotlaşır. Tarikatların en büyük zararı budur: İnsanın iradesini elinden alır, onu biat kölesine çevirir.

Birçoğu “hayır kurumu” kisvesiyle para toplar, “Allah rızası” der ama lüks içinde yaşar. Lüks arabalar, villalar, özel konaklar, şatafatlı düğünler… Oysa müridi evine ekmek götüremez.

Bu yapıların içinde denetim, hesap sorma, şeffaflık yoktur. “Şeyh” kutsal kabul edilmiştir; dolayısıyla yaptığı hiçbir şey sorgulanmaz.

Bir diğer tehlike de tarikatların devlet kurumlarına sızmasıdır. Dini referansla bürokrasiye yerleşen bu yapılar, liyakati öldürür, adaleti bozar, insanları fişler. “Bizden olmayan” dışlanır, “bizim tekkeden” olan ise ödüllendirilir.
Böyle bir düzende ne adalet kalır, ne de inanç. Çünkü inançla değil, menfaatle iş yapılır. Tarikat liderleri siyasetçilerin sırtını sıvazlar, siyasetçiler de onların “oy deposuna” göz diker. Halk ise iki tarafın arasında ezilir.

Bu yapıların liderleri için din, artık bir ibadet değil, bir geçim kapısıdır. Halkın saf inancını, umutlarını, korkularını ticarete dökerler. “Sadaka”, “bağış”, “himmet” adı altında toplanan milyonlar, çoğu zaman “Allah rızası” için değil, şeyh hazretlerinin konforu içindir.

Onlar için mürid, hem para kaynağı hem de güç aracıdır. “Ne kadar çok mürid, o kadar çok etki” mantığıyla hareket ederler. Halkı hipnotize eder, “Şeyh emretti” dedirtir, sonra o emirle oy, para, itaat toplarlar.

Gerçek inanç, bir insana değil, Allah’a bağlı olmaktır. Gerçek tasavvuf, aklı susturmak değil, aklı aydınlatmaktır. Hz. Ali “Akıl dinin temelidir” demiştir. Ama bugünkü tarikat düzeni, bu temeli yıkmış, yerine put gibi şeyh figürleri dikmiştir.

İnsanlar Allah’a yaklaşmak isterken, araya aracı koyup uzaklaştırılmıştır. Oysa Allah, “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” der. Araya şeyh, derviş, mürşit koymak; inancı değil, menfaati büyütür.

Sonuç;

Tarikatlar, bir milletin damarlarına sızan sessiz bir zehir gibidir. Dine, devlete, eğitime ve ahlaka aynı anda zarar verir. Halkı bölüp parçalayan, sömüren, korku ve biat kültürünü yayan bu yapılar, artık maneviyat ocağı değil, çıkar imparatorluğu haline gelmiştir.
Gerçek inanç, özgür akıl ve temiz kalple mümkündür. Unutmayalım:

"İmanı satılık hale getirenler, dini değil, kendilerini kurtarırlar."

Vesselam...

tasavvuf
SON DAKİKA HABERLERİ

Cengizhan Göksu Diğer Yazıları