Sloganları aşta gel

Sen çürümeye devam et, ben seni yok sayarım

Ben seni yok sayarım, sen çürümeye devam et

Devlet Bahçeli’nin Öcalan çağrısı, Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve PKK’nın kendini feshettiğine dair açıklama… Türk halkı, kendi kaderine doğrudan etki eden böylesine büyük olayları parçalara bölüp sindirme talihinden yoksun. Sanki durursa ölecek olan birisi gibi mütemadiyen koşu halinde. Durmak, anlamak, karar vermek büyük bir lüks. Başına gelene “Neden?” diye soramazsın. Yasak!

Biraz geçmişe gidelim. 2014 yılında “çözüm süreci” diye adlandırılan bir süreç yaşandı. Herkes bir çözümden ve süreçten bahsetti. Fakat neyin çözüleceği ve çözülünce ne olacağını kimsenin bilmediği -en azından halkın- bir süreçti bu. Yani çözüm sürecinden ziyade bir belirsizlik süreciydi aslında. Şu anda da Türkiye büyük bir belirsizlik süreci içerisinde. Bahçeli çağrıda bulundu, İmamoğlu tutuklandı, PKK kendini feshetti… Şimdi ne olacak? Perde arkasında neler konuşuldu? Nelerin pazarlığı yapıldı?

MUHALEFET ELEŞTİRİSİ

Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından yaşanan sokak olaylarında teyit ettiğim ilk şey; paradigma değişiminin sloganlarla olmayacağıydı. Sloganların kitleleri yönlendirmek için ne denli işlevsel olduklarını biliyorum. Çünkü toplumsal hareketler akılla değil duygularla yönlenir. Sloganlarda burada girer devreye. Fakat üretilen sloganların da bir aklın ürünü olması gerekmez mi? Muhalefet, tüm sloganları bir araya getirerek, bir mozaik, bir çok seslilik ürettiği zannıyla hareket ediyor. Fakat aslında ortaya çıkan şey tam olarak bir bulamaç. Ve bu bulamacın anlam inşa etme şansı yok.

Şu anda Türkiye’de, bir iktidarın tanıdığı halk var bir de muhalefetin tanımadığı halk var. İktidar, Türkiye’de yaygın kültür olan taşralılığı sürekli olarak kullandı, kullanmaya da devam ediyor. Taşranın en başat özellikleri; kimliğinin yüceltilmesi, şovenist nutuklar ve olmazsa olmaz bağlayıcı unsuru din. İktidar sözünü tam olarak buraya söylüyor. Bu üç unsur, toplulukların, -hastalıklı da olsa- aidiyetlerini pekiştirir. Böylelikle kendi dünyalarına verilen anlamı sahiplenirler. Ve bu durum insanoğlunun toplumsal doğasını ifade eder. Muhalefet ise bu toplumu tanımıyor. Tüm söylemini azınlık siyaseti üzerinden şekillendiriyor ve Türkiye’nin sıradan insanına hitap etmiyor.

İktidarın tanıdığı topluma hitap eden bir paradigması var ve dış politika, ekonomi, eğitim gibi tüm alanlarda bunu kullanıyor. Muhalefetin bu alanlarda geliştirdiği bir söylem var mı? Kabul edelim ya da etmeyelim Türkiye’de bir iktidar var fakat karşısında tam olarak “hiçbir şey” yok. Muhalefetin paradigması şudur diyebilecek birisi var mı? Kendi paradigmasının olmadığını anlamak için yazının başında bahsettiğim olaylara bakmak yeterli. Bir şeyler olup bitiyor, muhalefette bu sürecin ortağı olarak kalıyor. Bir demokrasi söylemiyle coşuyor fakat hükümet ve devletin tek vücut haline geldiği şu durumda başkanlık sistemi ve parlamenter sisteme dair hiçbir şey söylemiyor. Yani bizler bu aşamadan sonra ne olursa olsun artık yeni bir Tiran seçeceğiz gibi görünüyor. Türkiye şaşırtmıyor, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi; "Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.”

Ekrem İmamoğlu Devlet Bahçeli Çözüm süreci Muhalefet
SON DAKİKA HABERLERİ

Melih Can Şenol Diğer Yazıları