R.G. Collingwood ve sıradan doğasında sanat

Yaşamın içindeki hangi eyleme bakarsak bakalım, işin içinde bir düşünce, bir uygulama ve bir duygu boyutu vardır. Zihin önce fark eder, sonra harekete geçer, ardından bu hareketini hazla ya da acıyla, arzu ya da nefretle renklendirir. Peki sanat nerede duruyor?

Sanat, işte bu üç boyutu aynı anda içinde barındırıyor. Bir yanıyla kuramsal: Çünkü sanatın da üzerinde düşündüğü bir nesnesi var. Ama bu nesne, dinin Tanrısı değil, bilimin yasaları değil, tarihin olguları ya da felsefenin saf hakikati de değil. Sanatın nesnesi, kendine has bir şey. Ona baktığınızda ne olduğunu bir çırpıda tanımlayamazsınız, ama orada durur ve sizi düşündürür.

Diğer yanıyla sanat, uygulamaya dönük bir uğraş. Sanatçı yalnızca düşünmekle kalmaz; kendini ve dünyasını belli bir hale getirmek ister. Buradaki ideal, ne bir çıkar hesabıdır ne de yerine getirilen bir görev. Sanat, ne faydacıdır ne de ahlakçı. Onu değerli kılan şey, insanın dünyasına başka türlü dokunma çabasıdır.

Ve elbette işin duygusal tarafı… Sanat, yalnızca kuru bir düşünme ya da mekanik bir uygulama değildir. İçinde haz ve acı vardır, tutku ve öfke vardır, sevinç ve hüzün vardır. Bizi etkileyen de tam olarak budur: Zihnimiz bir şeyler düşünürken kalbimiz de onunla birlikte çarpmaya başlar.

Sonuçta sanat, üç yüzlü bir aynaya benzer. Düşüncemizi, eylemimizi ve duygularımızı aynı anda gösterir. Bu yüzden bir resme, bir şarkıya, bir şiire baktığımızda hem düşünür, hem değişir, hem de hissederiz. Belki de sanatın büyüsü, bu üç yönün birbirine değdiği o eşsiz noktada saklıdır.

SON DAKİKA HABERLERİ

Melih Can Şenol Diğer Yazıları