R.G. Collingwood ve Sanatın Monadizmi

Bir sanat eserine baktığımızda, aslında yalnızca bir tabloya, bir müziğe ya da bir romana bakmayız; o anda, kendine özgü bir dünyanın içine adım atarız aslında. Çünkü her sanat eseri, kendi içinde tamamlanmış bir evrendir. Tıpkı Leibniz’in “monad” kavramında olduğu gibi, dışarıya kapalı, kendi yasalarına sahip, penceresiz bir dünya.

Tahayyül etmek, yani hayal gücünü kullanmak, nesneyi soyutlamak anlamına gelir. Düşünmek ise o nesneyi diğerleriyle ilişkiye sokmak, onu bir bütünün parçası hâline getirmektir. Düşünce, dünyayı bir ağ gibi örer; her şey bir diğeriyle bağlantı içindedir. Ama sanat... sanat bu zinciri kırar. Bir sanat eserini tahayyül ettiğimizde, diğer eserleri aklımıza getirmeyiz. O an yalnızca o vardır. Çünkü hayal gücü, biricik bir dünyanın kapısını aralar.

Bir ressamın tuvaline baktığımızda, o tablo bize başka tabloları hatırlatmaz; bir romanın sayfalarını çevirdiğimizde, diğer romanlar sessizliğe bürünür. Her sanat eseri, kendi evreninin tek hâkimidir. Onun içinde olup biten her şey, sanatçının yaratıcı ediminden kaynaklanır. Dışarıdan hiçbir şey ona sızamaz; içeriden hiçbir şey dışarı çıkmaz.

Bu yönüyle sanat, düşüncenin karşısında apayrı bir alanı temsil eder. Düşünce, birliği ve bütünlüğü arar; sanat ise tekilliği ve kopukluğu. Düşünce, nesneleri birbirine bağlarken; sanat, her şeyi birbirinden koparır ve her kopuşta yeni bir evren kurar.

Elbette sanatın bu “monadik” doğası, tarih ve eleştiriyle sürekli çatışma hâlindedir. Sanat tarihçisi bir eserin kökenini, etkilerini, esin kaynaklarını arar; oysa sanatçının kendisi bunların hiçbirinin bilincinde değildir. Sanatçı için önemli olan şey, o anda yaratılan dünyanın kendisidir. Tarihçi ise o dünyanın nereden geldiğini sorar. Sanatın gerçekliği işte bu iki uç arasında, yani yaratımın içsel kapanışı ile tarihsel bilincin dışsal açıklığı arasında bir yerde var olur.

Sanat her defasında yeniden kendi evrenini kurar; her bakışta kendi monadını yeniden inşa eder. Belki de bu yüzden, bir sanat eserine baktığımızda dünyanın geri kalanı susar. Çünkü o anda, karşımızda duran şey, yalnızca bir eser değil — tamamlanmış, kendine yeten bir dünya’dır.

SON DAKİKA HABERLERİ

Melih Can Şenol Diğer Yazıları