Dönüş yolu

İşte uyandım. Birkaç sigara eşliğinde günlük inançlarımı belirledim (bir tanesi hiç değişmiyor): İçini gizle. Düşüncelerini kendine sakla. Duygularının bir önemi yok.

Güne başlayabilirim.

Her şeyi onaylamak, günlük yaşamı geçiştirmenin bir hilesi benim için. En saçma düşüncelere; EVET. Aptalca, işe yaramaz, mantıksız; EVET. Toplumsal ilişkiler başka türlü yönetilemez. Çünkü istisnasız bir biçimde hepimiz bir kötüden/kötülükten bahseder dururuz. Bir anda kendimizden hariç kötüler yaratırız. Oysa bir şeyin iyi ve/veya kötü oluşu, yapılabilecek birçok yorumdan yalnızca birisidir. Ortak yorumda buluşanlar bir küme oluşturur ve diğerlerini yadsır. Aslında insan bir kere aynanın karşısına geçip, gözlerine yeterince bakarsa arkasında nasıl bir boşluk olduğunu görecektir. Fakat biliyorum ki bunu bir kere yapan insan artık önceki kişi olamaz.

Bu söylediklerimin toplum düşüncesi için nasıl bir tehlike taşıdığının farkındayım. Yani bu sözleri bir umursamazlıkla söylediğim sanılmasın. Tolstoy, o dönemlerde henüz ortaya çıkmış olan psikanalize karşı “İnsan ruhunun derinliklerinde karanlıktan başka ne bulacaklar” şeklinde eleştiride bulunmuştu. Bunu anlıyorum. Çünkü yaşanabilir (yönetilebilir) bir toplumun kesinlikle bir ortalaması olmalı. Yani ortak inançlar, öyküler, ritüeller... Gözlerinin ardındaki karanlığı görmüşlerden bir toplum oluşturulamaz. “Benim” dediğim sesin sahibi ise bu ortalamanın bazen altında bazen üstünde. Yani toplum dışı ve bu durumun doğal sonucu olarak tarih dışı kalıyor. Benliğin kibriyle bazen köle bazen efendi oluyor. Kesinlikle bir ortalaması yok.

Tek tek bedenlere ve şeylere dokunup hep kendine dönen gözlerimle ve bu onulmaz şizofreniyle birlikte günlük işlerden sıyrılıp, eve, kendime dönebilmişsem iyi. Hele bir de ödevlerini yerine getirmişse insan, kimse bir şey sormaz ona. İşte bu daha iyi. Çünkü aksi halde kendinize dönmenize müsaade yoktur.

SON DAKİKA HABERLERİ

Melih Can Şenol Diğer Yazıları