Türkiye’nin sessiz afeti: Kuraklık

Kuraklık doğal bir afet. Fakat kaçımız bunun farkında?

Yıllardır belirli periyotlarla kuraklık yaşıyoruz; ancak bu periyotlar artık sıklaştı. Çünkü kontrolsüz tüketim, artan nüfus ve insan eliyle hızlanan küresel iklim değişikliği, su kaynaklarını her zamankinden daha kırılgan hale getiriyor.

Bugün dünya bu gerçeği kabul etti. Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası girişimlerin amacı da tam olarak bu: Küresel iklim değişikliği kaynaklı sıcaklık artışını mümkünse sınırlamak ve durdurmak. Çünkü biliyoruz ki sıcaklık artışı, ciddi bir kuraklık ve çölleşme riskini beraberinde getiriyor.

Nitekim Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan raporda Türkiye için 2030 yılına yönelik net bir uyarı yapıldı: Ciddi bir kuraklık kapıda. Türkiye çölleşme riskiyle karşı karşıya. Bizim de tartışmayı bırakıp bu durumu kabullenmemiz gerekiyor.

Bu risk sadece uzak bir tehdit değil. Dünyada olduğu gibi Kocaeli’de de şu anda susuzluk baskısı altındayız. İSU Genel Müdürü Ali Sağlık’ın dün gazetemize yaptığı açıklama durumun ciddiyetini özetliyor. Sağlık açıklamasında, “Aralık sonu, Ocak başına kadar suyumuz kaldı” ifadelerini kullandı.

Kocaeli bugüne kadar su yönetimi gerçekten doğru bir şekilde yaptı. Bu bir avantajdı fakat yağmur gelmediği sürece hiçbir kazanımın uzun süre dayanması mümkün değil. Umuyorum ki toprak kısa sürede yağmura doyar da su kesintileri gündemimizden uzaklaşır.

Bugün Melih Can Şenol’un sunduğu Akademi Noktası programında, bu önemli konuyu konuşmak üzere Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Arş. Gör. Dr. Özge Can Ataş konuğumuz oldu. Ben de kendisiyle tanışma fırsatı buldum; hem samimi hem de alanında oldukça yetkin bir bilim insanı.

Özellikle hidrojeoloji konusunda (yeraltı ve yüzey sularının oluşumu, dolaşımı, yönetimi) çok ciddi bir bilgi birikimine sahip. Yayında kuraklığın doğal bir iklim olayı olmakla birlikte insan etkisiyle nasıl afete dönüştüğünü, hidrolojik döngüyü, Sapanca Gölü’ndeki son durumu, Konya’da kuraklık sebebiyle oluşan obrukları ve nüfus artışının su stresine etkisini sade bir dille anlattı. Salı günü 19.00’da Nokta TV’de bu kapsamlı sohbeti izlemenizi öneririm.

Elbette mesele sadece bilim insanlarının uyarılarıyla çözülmüyor. Yerel yönetimlerin, merkezi hükümetin ve hatta bireylerin bu konuda bilinçli adımlar atması lazım. Kuraklıkla yaşamayı öğrenmek ve susuz kalmamak için politikalar, stratejiler ve toplumsal bilinç şart. Her şeyden önce toplumun bu konunun ciddiyetini kavraması gerekiyor. Çünkü farkındalık her çözümün ilk adımıdır.

Nüfus artışı ise su kaynaklarını en çok zorlayan unsurlardan biri. Özge Hanım'ın da vurguladığı gibi yoğun nüfus, su talebini artırarak ciddi stres yaratıyor. Bu stres büyüdükçe dünya genelinde göç hareketleri artacak ve Türkiye de jeopolitik konumu gereği bu dalgadan en çok etkilenecek ülkeler arasında yer alıyor.

Unutmamalıyız: Türkiye zaten kurak bir ülke. Kış ayları artık bizi rahatlatmak yerine strese sokuyor. Bu nedenle bireysel önlemler bile çok büyük önem taşıyor.

Daha önce yazdım, bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Bahçe sulamalarında, araba yıkamalarında şebeke suyu kesinlikle kullanılmamalı. Kırsal bölgelerde yağmur suyu hasadı gibi maliyetsiz yöntemlere yönelmek hem kolay hem de etkili bir çözüm. Şebeke suyu gibi değerli bir kaynağın üzerindeki baskıyı ancak bu tür maliyetsiz yöntemlerle azaltabiliriz.

Kuraklığı bir doğal afet olarak kabul etmekten ve suyu doğru yönetmekten başka seçeneğimiz yok. Kuraklık ile yaşamayı öğrenmek zorundayız.

Yaklaşık 100-200 yıl önce yapılan hataların etkisiyle bugün karşılaşıyoruz. Zaten suyla kurduğumuz sağlıklı ilişki de çok eski değil; musluklarımızdan akan suyla tanışmamız bile oldukça yeni sayılır. Bu yüzden geçmişte yapılan yanlışların sonuçları şimdi karşımıza çıkıyor. Sorunlar her zaman gecikmeli gelir, su krizleri de öyle…

Bugün attığımız yanlış adımların bedelini ise biz değil, gelecek kuşaklar, çocuklarımız ve torunlarımız ödeyecek. Unutmayın, doğa, yapılan her hatanın faturasını bir sonraki nesle bırakır.

İşte bu yüzden bugün yapmamız gerekenler hayati önem taşıyor. Su fakiri bir ülke olarak yolumuza devam edeceğiz. Ancak bu bir kader değil. Doğru ve sürdürülebilir su politikalarıyla bu gidişatı yönetebilir, kaybı azaltabilir ve geleceğe daha umutlu günler bırakabiliriz. Sadece suyu korumanın yalnızca bugünün değil, yarının da sorumluluğu olduğunun bilincine hep birlikte varmamız gerekiyor.

Özge Can Ataş kuraklık
SON DAKİKA HABERLERİ

Cansu Kızılkaya Diğer Yazıları