Üniversitelerimizin buluşları ve icatları konuşulmalı
Değerli dostlar aslında bu benim haddim olan bir konu değil ama ülkemizde artık yüzlerce Üniversite, binlerce akademisyen var. Her biri birbirinden kıymetli ve değerli.
Değerli dostlar aslında bu benim haddim olan bir konu değil ama ülkemizde artık yüzlerce Üniversite, binlerce akademisyen var. Her biri birbirinden kıymetli ve değerli.
Fakat ülkemizde üniversitelerimizin sadece eğitim kurumu gibi çalıştığına yönelik eleştirilerde yok değil.
Biz bilmiyoruz ki üniversitelerimiz ve akademisyenlerimiz ciddi çalışmalara imza atıyor ve çok değerli patentler ile ülkemizi temsil ediyorlar.
Ama bu konuda hala en büyük eksikliğimiz bilgi yetersizliği diye düşünüyorum.
Sağlıkta artık bir dünya markası haline geldik bunu övünerek söylemeliyiz.
Ülkemiz son yıllarda sağlık hizmetlerinde büyük bir başarıya imza attı. Şehir hastaneleri, özel sağlık kuruluşları ve nitelikli insan kaynağı ile artık sadece kendi vatandaşına değil, dünyanın dört bir yanından gelen hastalara da hizmet veriyor.
Sağlık turizmi rakamları bu başarının en somut göstergesi. 2019’da ülkemizi tercih eden yabancı hasta sayısı 756 bin iken, pandemi nedeniyle 2020’de bu sayı 435 bine geriledi. 2021’den itibaren hızlı bir toparlanma yaşandı.
2022’de 1 milyon 381 bin sağlık turisti ülkemize gelirken 2,2 milyar dolar gelir elde edildi. 2023’te rakam 1,5 milyonu aştı, gelir 3 milyar dolara yükseldi. 2025’in ilk altı ayında ise 733 bin yabancı hasta ülkemizi tercih etti. Bu tablo Türkiye’nin dünyada sağlık hizmeti sunumunda öne çıkan ülkelerden biri olduğunu kanıtlıyor.
Fakat asıl soru şudur: Biz bu başarımızı bilim ve teknoloji üretimine dönüştürebiliyor muyuz? Ne yazık ki cevap hayır. Onlarca profesör, doçent, mühendis, biyomedikal uzman ve araştırmacıya sahip olmamıza rağmen hâlâ dünyaya marka değeri olan tıbbi buluşlar sunamıyoruz.
Türk Patent ve Marka Kurumu verileri, yıllık binlerce patent başvurusu yapıldığını gösteriyor. Ancak bunların çok azı sağlık alanında dünyaya açılabiliyor. Yani sorun insan kaynağı değil, sistemin işleyişinde.
Ar-Ge fonlarının yetersizliği, teknoloji transfer ofislerinin etkin çalışmaması, akademi ile sanayi arasındaki kopukluk ve yüksek maliyetli patent süreçleri elimizi kolumuzu bağlıyor.
Oysa bir buluş sadece profesörlerden çıkmaz. Hemşire, teknisyen, tekniker, hatta bir tamirci ya da inşaat işçisi bile iş hayatında karşılaştığı bir soruna çözüm üretebilir. Bu fikirler üniversitelerin ilgili birimlerine kolayca sunulabilmeli, patent süreçlerinde akademisyenler öncülük etmelidir.
Çözüm aslında belli. Üniversiteler bünyesinde daha güçlü teknoloji transfer merkezleri kurulmalı, sağlık teknolojilerine yönelik özel fonlar oluşturulmalı. Akademisyen, hekim ve mühendis işbirliği zorunlu hale getirilmeli. Patent başvurularında mali destek sağlanmalı, uluslararası ticarileşme süreçleri kolaylaştırılmalı.
Ayrıca girişimcilik ekosistemi sağlık teknolojilerine özel kuluçka merkezleriyle beslenmeli. Bugün dünya pazarında milyarlarca dolarlık hacme ulaşan medikal cihazlar, biyoteknoloji ürünleri ve dijital sağlık çözümleri var.
Türkiye sadece bu ürünlerin kullanıcısı değil, üreticisi olmak zorunda. Çünkü ülkemiz bilim insanları, sağlık çalışanları ve mühendisleriyle bu potansiyele fazlasıyla sahip.
Sağlık turizminde ulaştığımız başarıyı bilim ve teknolojiye taşımazsak bu kazanımlar kalıcı olmayacak. Türkiye artık sadece iyi hizmet sunan değil, “ürünüyle konuşan” bir ülke haline gelmeli.
Bu hem dışa bağımlılığın azalması hem de ekonomik büyüme için bir zorunluluk.
Ülkemiz sağlıkta güçlü, fakat bilimde ve buluşta aynı başarıyı yakalayabilmiş değil. Artık üniversitelerimizde sadece dersler değil, buluşlar konuşulmalı.
Patentleriyle, markalarıyla, küresel projeleriyle anılan bir Türkiye uzak bir hayal değil. Doğru adımlarla mümkün ve kaçınılmazdır.