Umudun Müziği Stefan Dymiter'ın Hikayesi

Ahmet Ekrem Şahin

Ahmet Ekrem Şahin

Tüm Yazıları

Bir önceki yazımızda Paganini'den bahsetmiştik… Onun teknik ustalığı, eğitimli kulağı ve aristokrat salonlara hitap eden gösterişli virtüözlüğü üzerinde durmuştuk. Paganini, “şeytanın kemancısı” diye anılıyordu; parmaklarının çevikliği, kemanına kattığı büyüleyici sesler, bir anlamda kendi döneminin sahne efsanesiydi. Fakat işin ilginç tarafı aynı enstrüman, bambaşka bir coğrafyada, bambaşka bir yaşamın içinde, çok farklı bir insanın ellerinde yepyeni bir anlam kazanabiliyordu.

Umudun Müziği Stefan Dymiter'ın Hikayesi - Resim : 1

İşte o insan Stefan Dymiter’di. Paganini’nin aksine onun hayatı sarayların ışığında değil, sokakların gölgesinde geçti. Kör doğmuştu. Dünyayı göremedi ama kemanı görmenin de ötesinde, dokunarak, hissederek tanıdı. Onun için notalar, sayfalardaki işaretlerden değil; kalbin ritminden, parmak uçlarının titreşiminden doğuyordu. Paganini’nin notalarını kimse çalamasın diye kağıtlarını topladığı rivayet edilirken, Dymiter’in gözleri sadece hiçbir nota kağıdını okuyamamakla kalmayıp gördüğü fiziksel dünya çocukluğuyla sınırlıydı. Buna rağmen kendi yöntemlerini geliştirdi, kendi tekniğini buldu. İşte fark da burada gizliydi. Biri bilgeliğini korumaya çalışırken, diğeri bilgeliğini paylaşarak büyüttü.

Stefan Dymiter, Polonya’nın Kraków sokaklarında sadece bir sokak müzisyeni değildi, bir halk sembolüydü. Çingene kökenliydi, Roman müziğinin kalbinden besleniyordu. O köklerden aldığı doğaçlama gücü, kemanına aktardı. Onun müziğinde hem hüzün hem neşe vardı; yoksulluğun ezgisiyle umudun aydınlığı yan yana yürüyordu. Çaldığında, insanlar sadece melodiyi değil, hayatın ta kendisini duyuyorlardı. Bu yüzden zamanla “Dymitr” sadece bir isim değil, Polonya kültüründe bir simgeye dönüştü.

Polonya’da onun adına yapılan şenlikler, konserler ve anma etkinlikleri hâlâ devam ediyor. Halk arasında anlatılan hikâyelerden biri de, onun Kraków’un ünlü meydanlarında çaldığı bir gün, tesadüfen yoldan geçen bir devlet sanatçısının durup saatlerce onu dinlemesi. Bu anı, Dymiter’in halkın içinden çıkan ama profesyonel müzisyenleri bile büyüleyen gücünü göstermesi açısından çok anlatılır. Hatta onun sokak performanslarının bir kısmı zamanla kaydedildi ve Polonya müzik arşivlerinde yerini aldı.

Stefan Dymiter’in hikâyesi, sadece bir bireyin mücadelesi değil, aynı zamanda Polonya toplumunun bir yansımasıdır. Paganini’nin hikâyesi bize virtüözlüğün ihtişamını anlatırken, Dymiter’in hikâyesi müziğin insana, topluma ve umuda nasıl dokunduğunu gösterir. Kör gözlerle çalınan bir keman, sadece bir müzik değil, adeta bir yaşam manifestosu olur. Onun notalarında, “göremesem de hissediyorum” diyen bir insanın sesi vardır. Bu iki isim yan yana konulduğunda ortaya çıkan tablo: Paganini, sanatını bir gösteri olarak sunarken; Dymiter, sanatını bir yaşam biçimi olarak yaşadı. Paganini, salonlarda alkış aldı; Dymiter, sokaklarda insanların gözyaşlarını gördü. Paganini’nin kemanı sahnede parladı, Dymiter’in kemanı insanların kalbinde kaldı. Biri “şeytanın kemancısı” oldu, diğeri “umudun müzisyeni”…

Belki de bu yüzden Dymiter’in hikâyesi bize şunu hatırlatıyor: gerçek virtüözlük sadece teknik ustalık değil, ruhu başkalarına aktarabilmektir. Çünkü müzik, sonunda hep insana dair bir “şey” söyler.

Sanat Dünya Polonya