Kimi isimler vardır, sahneye çıktığında sadece müzik değil; söylentiler, efsaneler ve korkular da onlarla birlikte gelir. İnsanlar onları dinlerken bir yandan büyülenir, bir yandan da “acaba bu dünyadan mı?” diye düşünür. Niccolò Paganini de işte böyle biriydi: Bir keman virtüözü mü, yoksa gerçekten şeytanla anlaşma yapmış bir sanatçı mı? Belki ikisi de, belki de hiçbiri. Ama kesin olan bir şey var ki, Paganini sahneye çıktığında dünya artık eskisi gibi kalmazdı.
Müziğin tarihinde bazı isimler vardır ki yalnızca notalara değil, insan ruhunun en derin kuytularına da dokunurlar. Niccolò Paganini, işte tam da bu isimlerden biri. “Şeytanın kemancısı” olarak anılması boşuna değildi. O, sahneye çıktığında sanki insan değil, doğrudan başka bir âlemden gelen bir varlık kemanı eline almış gibi görünürdü. Oysa bu lakap, sadece onun şeytani bir virtüöz olmasından kaynaklanmıyordu. Paganini, yaşamıyla da insanları şaşkına çeviren bir figürdü. Kimi zaman kemanı sanki bir insan sesi gibi inleten, kimi zaman yayını kırıp tek tel üzerinde konseri sürdüren, kimi zaman da seyircinin aklında “bu adamın ellerinde gerçekten doğaüstü bir güç var” duygusunu bırakan bir müzisyendi. Başka enstrümanlarda büyük isimler vardı elbette, ama kemanda Paganini kadar sınırları zorlayankimse olmamıştı. Onu eşsiz kılan da buydu.
Paganini’nin bu olağanüstü yeteneğinin ardında, aslında zayıflıkları da vardı. Marfan sendromu, ellerini ve parmaklarını olağan dışı esnek yapıyordu. Birçok kişi için bu bir hastalık yada bir engel sayılabilirdi ama Paganini bunu kaderin ona sunduğu bir lütfa çevirdi. O uzun ve ince parmaklarıyla kemanın sınırlarını zorladı, başkalarının imkânsız gördüğü pasajları kolaylıkla çalabildi. Böylece hastalık, onun için bir lanet değil sanatında bir nimet haline geldi.