Dr. Tolga Şahin: Sistem doktoru “taşeron” bir işveren haline getirdi
Gazeteci-yazar Dr. Tolga Şahin ile Türkiye’de sağlık sisteminin geçirdiği dönüşümün sonuçlarını kaleme aldığı yeni kitabı “Sağlıkhane Değil Ticarethane” ve ASM’ler hakkında konuştuk.
Gazeteci-yazar Dr. Tolga Şahin ile Türkiye’de sağlık sisteminin geçirdiği dönüşümün sonuçlarını kaleme aldığı Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle yayımlanan kitabı “Sağlıkhane Değil Ticarethane” ve kitabın konusu olan Aile Sağlığı Merkezleri hakkında konuştuk. Kitap, 2005’te “sağlıkta dönüşüm” adı altında hayata geçirilen Aile Hekimliği Sistemi’nin sağlık çalışanlarını ve sistemi nasıl etkilediğini anlatmayı hedefliyor. Sistemin doktoru “taşeron” bir işverene dönüştürdüğünün altını çizen Şahin ile gerçekleştirdiğimiz röportajın ikinci kısmını yayınlıyoruz.

DOKTOR ‘TAŞERON” İŞVEREN HALİNE GELDİ
Son dönemde Aile Sağlığı Merkezlerinde görevli doktorların iş bıraktıklarını görüyoruz. Bu durumun ve sorunların kaynağı ne?
Bu sistem doktorun omzuna da oldukça yük bindirmekte. Öncelikle sistem doktoru “taşeron” bir işveren haline getiriyor. Doktor bina kirasını, elektrik, doğalgaz, su faturalarını nasıl ödeyeceğini, ASM’nin biten tuvalet kağıdını, sabununu, iğnesini, şırıngasını vs. nasıl alacağının derdiyle boğuşuyor bir de meslektaşlarıyla arasında maddi bir süreç giriyor. Bunun yanında aile hekimine gitmeyen her hasta için doktorun maaşından kesinti yapıyor devlet. Bu kitabın yazım sürecinde konuştuğum bir doktorun aynen şu ifadeleri kullanmıştı. “Aile hekimliği koruyucu sağlık hizmeti vermekle mükelleftir. Yani nüfusunda bulunan vatandaşın hasta olmamasını sağlar. Ancak yaratılan bu sistemde 20 yaşında genç bir vatandaş bana muayeneye gelmiyor diye benim maaşımdan kesinti yapılıyor. Halbuki nüfusumdaki yurttaşın hasta olmaması nedeniyle beni tebrik etmeleri gerekiyor çünkü ben asli görevimi yerine getiriyorum.” Diğer taraftan yine doktorun nüfusuna kayıtlı bir hasta, aile hekimine gitmeden hastaneye giderse yine doktorun parası kesiliyor. Sistem doktorların asli görevi olan işi yapmalarını engellemek için her şeyi yapıyor kısacası.
KOD YETKİLERİ YOK
Yaşanan şiddet olayları ve şiddet ihtimali çalışanlar üzerinde baskı oluşturuyor mu? Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nı yanlarında hissediyorlar diyebilir miyiz?
Grup elemanları Sağlık Bakanlığı’nı yanlarında hissetmiyor çünkü şiddet vakalarına karşı beyaz kod yetkileri yok. Bunun sebebi ise, sözleşmeli olarak çalışmaları halbuki bu insanlar Yargıtay’ın emsal kararlarında görüldüğü üzere Sağlık Bakanlığı bünyesinde faaliyet göstermekte. Daha yeni yaşanan bir olay var bu konuyla ilgili. Ankara’da 30 haftalık bir gebe ASM çalışanı beyaz kod vermek istediğinde ilçe sağlık müdürlüğü sözleşmeli olduğu beyaz kodunu kabul etmiyor.
Diğer taraftan AVM’lere bile X-ray cihazı konulmasına karşın ASM’lere herkesin elini kolunu sallaya sallaya girmesine de tepkililer. Biliyorsunuz Alanya’da bir aile hekimi boşanma aşamasındaki eşi tarafından ASM’de katledildi. Buna benzer pek çok olay haber bültenlerinde hemen hemen her gün yer almakta. Aile hekimi ilaç yazmadığı vb. bahanelerle darp edilirken ASM çalışanları da çeşitli bahanelerle saldırılara maruz kalıyor.
Kitabınızı okuyanlardan nasıl geri dönüşler aldınız?
Sağlık çalışanlarından çok güçlü geri bildirimler aldım. “İlk kez biri bizi bu kadar net anlattı” diyenler oldu. Bazıları yıllardır içlerinde biriktirdiklerini ilk kez bir kitapta görmüş gibi hissettiklerini söyledi. Bu benim için çok kıymetli. Sağlık dışındaki okurlardan da “biz böyle bilmiyorduk” tarzı mesajlar geldi. Yani hem meslek içinden hem dışından yankı uyandırdı.
Ancak şunu da belirtmem gerekiyor. Bu tebriklerin çoğu bireysel tebrikler düzeyinde kaldı. Çoğu sağlık çalışanı kişisel sosyal medyalarından, derneklerde kurumsal sosyal medya hesaplarından kitaba destek veremedi. Çünkü bu insanlar yukarıda da belirttiğim gibi ellerindeki üç kuruş maaştan da olmak istemiyorlar. Kendi ve kurumlarının ismini vermekten çekiniyorlar. Hükümetin “sistemi değiştirebilme” ihtimaline sıkı sıkı tutunmaya çalışıyorlar. Bu yaşananlar bile aslında nasıl bir sürecin içerisinde olduğumuzu gösteriyor. İnsanlar hak mücadelesinden bile çekiniyor ister istemez.

SAĞLIĞIMIZ NEDEN LİBERALİZME KURBAN EDİLDİ?
Mevcut liberal politikalar ile geçmişin Sağlık Ocağı modeline dönüş sağlanabilir mi? Tüm paydaşları mutlu edecek olan model ne olabilir?
Liberal politikalarla ne yazık ki bu mümkün değil. Bu politikalarla sistemin revizesi mümkün görülmüyor çünkü ASM Grup Elemanlarının isteklerine yönelik revizyonlar yapıldığında aile hekimlerinin mağdur olacağı bir sistem ortaya çıkıyor. Örneğin grup elemanları eskisi gibi devlet memuru statüsüne geçmek istiyor ancak böyle bir durum olduğunda tahin hakları olması nedeniyle çalıştıkları aile sağlığı merkezinden başka bir sağlık kuruluşuna tahin hakları oluyor. Grup elemanının tahin olmasıyla ise ASM personelsiz kalmış oluyor. Diğer taraftan aile hekimleri cari ödeneğin artırılmasını istiyor ancak buradaki tek sorun bu değil ki. Cari ödenek artsa, maaşlar artsa ne olacak ki bazı aile hekimlerinin yarattığı mağduriyetlerin önüne nasıl geçilecek. Yani sigortası yatırılmayan, eksik yatırılan, yılsonunda işten çıkış yaptırılıp yılbaşından sonra tekrar işe girdi gösterilen grup elemanının hakkını kim savunacak? 22 bin lira maaş verip 4 bin lirasını geri vermesi istenen grup elemanının hakkını kim savunacak? Zaten görüldüğü üzere bu sistemin sağlıklı bir şekilde devam etmesi mümkün görünmüyor. Benim anlam veremediğim nokta zaten Avrupa’nın örnek aldığı Sağlık Ocaklarımız neden reform dayatmalarıyla sağlık merkezlerine çevrildi? Sağlığımız neden liberalizme kurban edildi? Bu soruların cevabını gerçekten merak ediyorum. Çünkü örneğin bu sistemi getiren AKP hükümeti bir kitapçık yayınlıyor ve sağlık ocağı sisteminin neden değiştirilmesi gerektiğini açıklıyor. Öncelikle bu “sağlıkta reform” kitapçığında deniliyor ki; sağlık yönetimi ile işletme yönetimi birbirinden ayrılmalı. İyi de getirilen bu sistemde bu ikisi birleştirilmiyor mu zaten? Ayrıca bu kitapçıkta deniliyor ki; sağlık çalışanlarının devlet memuru statüsünde olmasında mahzurlar görülmektedir. Birinci sakınca, çalışanlar arasında bölge, şehir farkı olmadan sabit ücretin ödenmesiymiş. Diğer taraftan merkezden yapılan müdahaleler çalışma güvenliğini azaltmaktaymış. Ayrıca bu durum siyasi etkilerin yoğunluğu ile birleştiğinde sorun daha da büyümekteymiş. Evet bunlar kısmen sorundu belki ama yerine gelen sistemdeki eksikliklere göre devede kulaktı. Sistemin eksiklikleri düzeltileceğine sistemi sil baştan yenilediler. Aslında bu zamana kadar gelen hükümetlerimizin temel sorunu değil mi bu zaten! Eğitim alanında da görüyoruz. Bir hükümet bir sistem getiriyor, sistem ilerliyor ilerliyor sonra yeni biri geliyor hooopp başka bir sistem. Gerçi yeni birine de gerek yok aynı hükümet içinde farklı bakanlar, farklı eğitim politikaları güdüyorlar. Neyse konu konuyu açıyor. Sağlıkta gerçek reform istiyorlarsa; kadro, güvenceli iş, adil ücret ve sağlıklı çalışma koşulları şart! Kısacası sağlığın ve eğitimin özeli olmaz! Sağlık politikaları sosyal devlet anlayışıyla revize edilmeli.
Son olarak, bu kitabı neden şimdi okumalıyız?
Çünkü yaşadığımız sistemin ne olduğunu anlamadan onun içindeki sorunlara çözüm bulamayız. Bu kitap, bir durum tespiti. Sağlık sadece hastalıkla ilgili değildir; eşitlikle, adaletle, kamuculukla ilgilidir. Bu kitap, bir uyarı olduğu kadar bir çağrıdır da. Gelin, birlikte yeniden düşünelim: Sağlıkta nereye gidiyoruz?
-BİTTİ-
Dr. Tolga Şahin: Değişim, günlük pratiklere yavaş yavaş sızdıGündem