Görünmeyen Odanın Işığı: Türk Aklının Unutulan Savaşı
Kimse görmezdi o odanın kapısını.
Dışarıda at kişner, kılıçlar çarpışır, meydan toz duman olurdu; ama savaşın kaderi hiçbir zaman orada yazılmazdı.
Gerçek savaş, sessiz bir lambanın altında eğilmiş birkaç adamın zihninde başlardı.
Türk tarihini anlamak isteyen herkesin bilmesi gereken ilk şey buydu:
Biz sadece savaş meydanında değil, her şeyden önce savaşın anlamını belirleyen odalarda kazandık.
Ne var ki bugün…
Dizilerde aksiyonun gürültüsü o odanın sesini bastırıyor.
Kameralar kılıcın parıltısına aşık oluyor, aklın parıltısını görmeden geçiyor ve biz, kendi hikâyemizi en önemli yerinden sessizce kaybediyoruz.
Diziler eğlence değil, zihin mühendisliğidir.
Her sahne bir bilinç, her tekrar bir mesaj, her karakter bir modeldir.
Yanlış yazılmış bir sahne, yanlış yönlendirilmiş bir toplum demektir.
Biz bunu fark edemeden yıllardır gözümüzün önünde işlenen bir algı savaşını kaybediyoruz.
Düşün zeki insan!
Bir millet kendi tarihini, dizinin senaryo masasından öğreniyorsa, orada kılıçtan önce kalem tehlikeli hâle gelir.
Bugün dizilerde işlenen motifler hep aynı:
devlet sürekli çöküyor, içerden biri mutlaka satıyor, lider her bölümde travmayla boğuşuyor, düşman her zaman daha planlı, daha derin, daha organize…
Biz ise hep “son anda fark eden”, “duygusal karar veren”, “kırılgan kahraman” rolündeyiz.
Oysa tarih bunun tam tersini yazıyor.
Türk aklı, duygusunu görev duvarının arkasına gizleyip karar veren bir akıldır.
Türk lideri, gözyaşını milletin umutlarına bulaştırmayan insandır.
Türk teşkilatı ise, bir sır zincirinin halkalarını gökyüzüne bağlayacak kadar disiplinlidir.
Bu gerçekler görünmez olduğunda, toplum bir süre sonra şunu hissetmeye başlar:
“Biz hep zorlanan bir milletiz.”
“Düşman bizden hep bir adım önde.”
“Hain çok, sadık az.”
“Biz duygusallıktan kaybediyoruz.”
Bu cümleler sadece cümle değildir; bir milletin özgüvenini kemiren görünmez zehirlerdir.
Psikolojik harp işte böyle çalışır:
kurşun atmadan inancı delmek...
Bir psikolojik harp uzmanı bir dizi senaryosunun odasına girse ilk cümlesi şu olurdu:
“Düşmanı devleştirme, evladını küçültme.”
Sonra masaya bir harita serer ve der ki:
“Akıl sahnenin arka planında değil, tam ortasında durmalıdır ve aksiyon aklın sonucudur; sebebi değil.”
O zaman sahneler şöyle olurdu:
Bir istihbaratçı tek bir kelimeyi doğru kişiye fısıldar, koca orduyu birbirine düşürürdü.
Bir komutan düşmanın beş hamlesini parçalarına ayırır, altıncı hamleyi daha düşman düşünmeden boşa çıkarırdı.
Bir lider, millete güven veren kararlılığıyla duygusunu görev disiplinine teslim ederdi.
Bir teşkilat, sadakat ve liyakatle örülü yapısıyla görünmez bir çelik örgü gibi düşmanı sarardı.
İşte o zaman millet diziden kalkıp sadece eğlenmiş olmaz;
bilinç kazanmış olurdu.
Bugün dizilerimizde eksik olan tam olarak budur:
Zekânın görünürlüğü.
Biz aksiyonu abarttıkça Türk aklının görünmez odası karanlığa gömülüyor.
Plan yok, yöntem yok, strateji yok…
Oysa bizim en büyük gücümüz her zaman görünmeyen planlarımız olmuştur.
Biz savaş meydanından önce düşmanın zihnine pusu kuran bir milletiz.
Bizim ordumuzdan önce aklımız yürür.
İşte bu tarafımız kaybolduğunda, millet kendini olduğundan daha küçük, düşmanı olduğundan daha büyük görmeye başlar.
Bu da ulusal güvenliğin görünmez fay hatlarını tetikler.
Fakat doğru yazılmış bir dizi, doğru kurulmuş bir sahne, doğru verilmiş bir bilinç…
Milleti güçlendirir.
Çünkü ekran sadece ekran değildir;
ekran bir savaş alanıdır.
Bugün bütün dünyada diziler devlet stratejisinin bir parçasıyken,
bizim dizilerimizin kendi aklını gölgeye itmesi büyük bir kayıptır.
Biz kendi hikâyemizi doğru anlatmadığımız sürece, başkası bizim zihnimizi istediği gibi kodlar.
Unutmamak gerekir:
Bir milleti topla tüfekle değil, hikâyelerle teslim alırlar.
Ve bir millet kendi hikâyesini geri aldığında,
üstesinden gelemeyeceği zorluk yoktur.
Türk aklı yeniden görünür olduğunda,
dünya tarihinin eski ritmi geri gelir:
Hesap kitap, adım adım, sessiz ama kesin ve keskin.
Ve o gün herkes şunu anlayacaktır:
Türk kılıcı sahneyi doldurur ve Türk aklı dünyayı görünmez odayı yeniden açarak yönetmeye başladığında, tarih yeniden yazılmaya başlar.