Gölgedeki Akademisyen: Zihinlerin Sessiz İstilası

Önce hakkı teslim edelim: Kalemini ilmin namusu için kullanan, alnı açık, ilmiyle milletine hizmet eden akademisyenler başımızın tacıdır. Onlar, toplumun hakiki aydınlık yüzüdür. Fakat perde arkasında öyle senaryolar vardır ki, akılları devşirilen bazı akademisyenler kendi yolunda yürüdüğünü sanırken aslında başka servislerin izlerini sürmektedir.

“Bilimin alnı açıktır; gölgeye düşen ise bilimin değil, sahibinin zaafıdır.”

İlk Perde: O E-posta

Bir akademisyenin hayatı çoğu kez sıradan bir e-postayla değişir. Kutusuna düşen mesajda yazılıdır:

“Sayın hocam, araştırmalarınızı ilgiyle takip ediyoruz. Önümüzdeki ay Londra’da yapılacak uluslararası konferansta sizi görmekten onur duyarız. Seyahat ve konaklama masraflarınız tarafımızca karşılanacaktır.”

İlk bakışta bir şans. Hatta yılların emeğinin karşılığı gibi. Ama aslında bu, satranç tahtasında ilk hamledir. Akademisyen uçağa binerken “kendi başarım” der, oysa sahne çoktan kurulmuştur.

“Kimi davetler kapı açmaz; zihninin kilidini söker.”

İkinci Perde: Fikir Tohumu

Konferans salonunda akademisyenle tanışanlar özenle seçilmiştir. Sohbet arasında bir cümle bırakılır:

“Hocam, sizin alanınızda hiç çalışılmamış bir mesele var…”

O cümle, akademisyenin zihnine tohum gibi düşer. Ertesi gün otel odasında defterine notlar alır, heyecanla yeni bir araştırma başlığı yazar. Zanneder ki kendi buluşudur. Oysa o fikir, çoktan servis laboratuvarlarında yoğrulmuş, akademisyenin zihnine sadece ekilmiştir.

“Bir fikri sana aitmiş gibi hissettirirlerse, aslında tohum ekilmiş ve sen de çoktan onların tarlası olmuşsundur.”

Üçüncü Perde: Parlatılma

Dönüşte şaşırtıcı şeyler olur. Makalesi en prestijli dergide yayımlanır. Uluslararası bir fon teklif edilir. Televizyon kanalları onu uzman diye davet etmeye başlar. Sosyal medyada bir gecede binlerce takipçi kazanır.

Akademisyen bunların hepsini kendi zekâsının eseri sanır. Farkında değildir ki parlatılan yalnızca kariyeri değil, aynı zamanda kullanılabilirliğidir.

“Işığa koşan herkes aydınlanmaz; kimi zaman o ışık sadece projektördür.”

Dördüncü Perde: Kullanım Alanı

Artık akademisyen, farkında olmadan sahneye sürülmüştür. Ondan şunlar beklenir:

  • Topluma bilimsel bir kılıfla yeni ideolojiler sunmak.
  • Kamuoyunu belli politikalara ikna edecek raporlar yazmak.
  • Genç yetenekleri işaretleyerek geleceğin adaylarını göstermek.
  • Medyada “bağımsız uzman” gibi görünerek servislerin tezlerini meşrulaştırmak.

Ve bütün bunlar, akademisyene kendi tercihiymiş gibi hissettirilir. İşte ustalık burada gizlidir: Zinciri bile özgürlük gibi göstermek.

“En sinsi kuşatma, akademisyene kendi zincirini özgürlük gibi hissettirmektir.”

Beşinci Perde: İç Ses

Bir gün akademisyen aynaya bakar ve kendi kendine fısıldar:

“Ben gerçekten kendi yolumda mıyım? Yoksa bana yol gibi gösterilen patikada yürüyen bir yolcu muyum?”

Ama çoğu zaman bu soruyu yüksek sesle sormaya cesaret edemez. Çünkü her yeni başarı, zihnindeki şüpheyi susturur.

“En kolay inanılan yalan, insanın kendi kendine söylediğidir.”

Son Perde: Hakikatin Çıplaklığı

İşini hakkıyla yapan akademisyenler elbette bu milletin yüz akıdır. Fakat devşirilenler için gerçek açıktır: Sanırlar ki başroldeler, oysa satranç tahtasında piyon da oyunu başlatır ama hamleyi yapan başkasıdır fakat piyon bunu hiçbir zaman idrak edemez ve belli bir süre sonra da idrak etmeyi istemez...

“Kendi fikrini savunduğunu sanan, başkasının oyununu oynayandır çoğu zaman...”

SON DAKİKA HABERLERİ

Gürkan Karaçam Diğer Yazıları