Çin: Dev mi, yoksa kilden heykel mi?
Çin’i anlamak, yalnızca bir ülkeyi değil, aynı zamanda çağımızın en büyük stratejik bilmecesini çözmeye çalışmak demektir.
Çin’i anlamak, yalnızca bir ülkeyi değil, aynı zamanda çağımızın en büyük stratejik bilmecesini çözmeye çalışmak demektir. Pekin’in göğe yükselen gökdelenlerine, Asya’yı birbirine bağlayan hızlı tren hatlarına, çelikten bir ordu gibi sıralanmış fabrikalarına bakınca insan, kolayca “İşte dev burada” diyebilir. Ama unutmayalım: Her devin gölgesi uzundur; fakat gölgenin uzunluğu, devin gücünü değil güneşin açısını gösterir.
Bugün Çin, ekonomik büyüklüğüyle, teknolojik ataklarıyla ve askeri modernizasyonuyla küresel sahnede “ikinci kutup” gibi görünmekte. Fakat sorumuz şu: Bu dev, gerçekten kaya gibi sağlam mı, yoksa çatlakları gizleyen bir heybet mi?
Demografinin Sessiz Çığlığı
Çin’in en büyük gizli açığı ne petrol ne de çip… Asıl açık, bebek beşiğinde. Bir milyarı aşkın nüfusun ardında yatan gerçek şudur: Doğurganlık oranı düşmüş, nüfus hızla yaşlanmaya başlamıştır. Çalışan eller azalırken, bakıma muhtaç kitle büyüyor. Bu, ekonomi için sessiz bir mayın, ordu için uzun vadeli bir alarmdır.
“Gücün gövdesi nüfustur; nüfus yaşlanınca gövde ağırlaşır, adım yavaşlar.”
Düşmanların bunu nasıl kullanacağı açıktır: genç işsizlik üzerinden yaratılacak umutsuzluk dalgası, sosyal medya kampanyalarıyla beslenen “geleceksizlik” algısı, Çin’in en sağlam görünen duvarlarını içten çürütebilir. Psikolojik harp tam da bu noktada devreye girer: düşmanı kurşunla değil, kuşku ile vurursun.
Ekonomi: Gösterişli ama kırılgan bir zemin
Çin mucizesi diye pazarlanan ekonomik model, aslında betonun içine gömülmüş hava kabarcıkları gibidir. Gayrimenkul balonları, Evergrande örneğinde olduğu gibi dev şirketleri bile çökertmiştir. Yerel yönetimlerin gizli borçları ise finansal sistemin üzerinde kara bulut gibi asılı durmaktadır.
“Bir ekonominin gerçek büyüklüğü rakamlarda değil, kriz karşısındaki dayanıklılığında ölçülür.”
Düşmanlar, bu kırılganlığı manipülasyonla büyütebilir. Yabancı yatırımcıyı korkutup sermayeyi kaçırmak, Çinli halkın cebindeki birikimi buharlaştırmak, sokaktaki vatandaşın “devlet güçlü ama ben yoksullaşıyorum” duygusunu kabartmak… İşte psikolojik harp burada ekonomik istikrarsızlığı toplumsal güvensizliğe dönüştürür.
Teknolojinin dar boğazı: Çipler
yüzyılın petrolü çiptir. Çin, teknolojide dev adımlar atıyor ama hâlâ en ileri yarı iletkenlerde dışa bağımlı. ABD ve müttefikleri, gelişmiş çip makinelerinin Çin’e satışını kısıtlayarak Pekin’in sıçrama hızını frenliyor.
“Geleceğe hükmetmek isteyen, çipe damgasını vurur; damgası olmayan, başkasının geleceğini izler.”
Bu alandaki bağımlılık, Çin için yalnızca ekonomik değil; askeri ve istihbarat kapasitesi açısından da hayati bir zaaf. Rakiplerin elindeki bu düğme, gerektiğinde Çin’in stratejik hamlelerini yavaşlatacak bir fren mekanizmasıdır.
Enerji yolları ve Malakka Kâbusu
Çin’in enerji damarları denizden geçer. Petrolün ve LNG’nin önemli kısmı Malakka Boğazı’ndan akmaktadır. Bu dar boğaz, Çin’in boğazında sıkışabilecek bir düğüm gibidir. Çin bu sebeple Orta Asya’dan boru hatları, Pakistan’dan Gwadar Limanı gibi alternatif yollar geliştirmeye çalışıyor.
“Bir devin nefesini kesmek istersen, boğazını değil, damarlarını sıkarsın.”
Rakipler, doğrudan bir ambargo uygulamasa bile, enerji yollarında yaratılacak her kriz, Çin ekonomisini titretmeye yeter. Bu durum, stratejik savunmada “yumuşak karın”dır.
Askeri caydırıcılık: Güç ile maliyet arasındaki ince çizgi
Çin ordusu modernleşiyor; uçak gemileri, hipersonik silahlar, siber birlikler… Ama büyük güç olmanın maliyeti de büyüktür. Her yeni silah, ekonomiden alınan bir pay demektir. Askeri harcamalar arttıkça sosyal harcamalara daha az kaynak kalır.
“Dev, yumruğunu büyüttükçe karnını boş bırakır.”
Rakipler, Çin’in askeri atılımlarını provoke ederek Pekin’i daha fazla harcamaya zorlar. Bu da uzun vadede iç dengeleri sarsar. Psikolojik harp burada da işler: “Bakın, devlet silaha yatırım yapıyor, halkın sorunlarını görmüyor” algısı yayılır.
İç güvenlik ve algı savaşı
Hong Kong’daki protestolar, Xinjiang’daki insan hakları tartışmaları ve sosyal medyada yayılan memnuniyetsizlikler… Çin’in iç güvenliği demir disiplinle sağlanıyor gibi görünse de, küresel algı savaşında bu meseleler Pekin’i köşeye sıkıştırıyor.
“Bir devletin en büyük gücü korku değil, gönüllü sadakattir.”
Rakipler, insan hakları kartını kullanarak Çin’i diplomatik olarak yalnızlaştırır, ekonomik ilişkilerinde zorluk çıkarır. İçeride ise muhalefeti meşrulaştırır. Bu da devin moral gücünü aşındırır.
Sonuç: Çin devdir ama kırılgandır
Çin’in gücü inkâr edilemez. Ekonomisi, ordusu, diplomasisi onu dünya sahnesinde rakipsiz bir aktör haline getiriyor. Ama aynı zamanda kırılganlıkları vardır: demografi, ekonomi, teknoloji bağımlılığı, enerji yolları ve iç meşruiyet.
İstihbarat dünyasında bir kural vardır: “Her kale, en zayıf kapısından alınır.” Çin de bir devdir; fakat ayakları kilden yapılmış bir heykeli andırır. Bu çatlakları bilen rakipler, psikolojik harp ile bu devin adımlarını yavaşlatabilir.
Ve unutmayalım:
“Gerçek güç, yalnızca kas değil; akıl, sabır ve meşruiyetüçlüsüdür.”